CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu

Okunma Sayısı: 7307    |    Haber Tarihi: 22.02.2022

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-“Çok güzel kandiller gelmiş, teşekkür ederim. Partinin müzesine koyacak, ‘Zammı Erdoğan’dan çok savunan Bahçeli'nin kandilleri’ diye göstereceğim. Şahsıma da sesleneyim… Ayıp oluyor, 1100 odalı sarayında Bahçeli’ye de bir yer göster artık"

-"Ben ödemeyeceğim dedikçe, beşli çeteleri savunmak için kendilerini paraladılar. İstediğiniz kadar ortalığı velveleye verin, zamlarınızı geri aldıracağım"

-"Biz, altı partinin genel başkanları, tüm baskılara rağmen bir araya geldik. Bütün iftiralara rağmen, bütün hakaretlere rağmen… Bizi bir araya getiren, vatan sevgisi"

-"Biz bu güzel ülkeyi gerçekten de barış içinde yaşanan, herkesin barış içinde yaşadığı bir Türkiye haline getireceğiz. Altı lider olarak bir araya geldik ve ahdettik, biz bunu yapacağız. Bizim başka bir arayışımız yok"

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Evet, özetle söylemek gerekirse Cumhuriyet Halk Partisi kararlı ve istikrarlı adımlarla düzenli büyüyerek topluma umut olmaya devam ediyor ve bunu sürdüreceğiz. Kararlılıkla birlikte sürdüreceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında, radyolarında, sosyal medya hesaplarında dinleyen saygıdeğer vatandaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.

Güne güzel bir eylemle başladık, öyle diyelim. Kemer Belediye Başkanı ve belediye meclis üyesi arkadaşlarımız katıldılar, kendilerine yürekten teşekkür ederiz. Cumhuriyet Halk Partisi ailesinden bir birey olmanın getirdiği sorumluluklar vardır. Bundan sonra her birimiz tek tek veya topluca ülkenin birliği ve dirliği için çalışacağız. Güzel ülkemize umut olacağız. Belediye başkanlarımız çalıştıkları beldelerde belde halkına umut olacak, belediye başkanlarımızın bulunduğu yerlerde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Bu sözü milletimize verdik.

İkinci güzel haberle başlayalım; Dünya Sağlık Örgütü, İhsan Doğramacı Aile Sağlığı Vakfı Ödülü’nü Mehmet Haberal’a verdi. Olağanüstü güzel bir olay; Mehmet Haberal, organ nakli konusunda sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada çok önemli bir isim, bir marka aslında, dolayısıyla böyle bir markanın Türkiye’de olması ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde milletvekilliği yapması ayrıca bizim için onur ve gurur. 27 Mayıs’ta Cenevre’de 200’e yakın ülkenin sağlık bakanlarının katılacağı Dünya Sağlık Örgütü Genel Kurulu’nda bu ödül Sayın Mehmet Haberal’a verilecek. Hepinizin huzurunda Hocamızı şükranla, sevgiyle anıyoruz ve yürekten kutluyoruz.

Efendim, biliyorsunuz Türkiye bir dert küpüne dönmüş vaziyette, herkesin derdi var beşli çete hariç, onların derdi de CHP iktidar olursa başımıza ne gelir diye tek dertleri o. Ama onun dışında herkesin derdi var, herkes bir çıkış aramaya çalışıyor, herkes sorunlar nasıl çözülür diye oturup konuşuyor. Kimisi kahvede, kimisi ev ziyaretlerinde, kimisi dükkanda, kimisi mağazada, kimisi alışveriş merkezinde, kimisi bir pastanede; herkes şu veya bu şekilde Türkiye’nin dertlerini konuşuyor, ama şuradan bütün vatandaşlarıma açıkça ifade etmek isterim. Elbette konuşacaksınız, elbette tartışacaksınız, elbette çözümler için düşüncelerinizi ifade edeceksiniz, ama şunu sakın unutmayın: Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur ve bu sorunun çözümünde de marka olan parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Herkes bunu böyle bilsin.

Dolayısıyla gazeteci arkadaşlar da geliyorlar, onların da dertleri var. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu geldi, heyetiyle beraber geldi. 86 gazeteci cemiyetinden oluşan bir konfederasyon, 20.000’i aşkın da gazeteci üyesi var. Bizim sesimizi geniş kitlelere ulaştıran medyadır, kabul etmemiz lazım, medya dördüncü güç olarak kabul edilir bütün demokrasilerde, ama bizde maalesef medya sesini çıkarmasın, ama iktidarı savunuyorsa her türlü imkânın sağlandığı bir organa dönüşmüş durumda. Oysa gazeteci doğruları yazmak zorundadır, onurunu korumak zorundadır, gazeteci gazeteciliğin hakkını vermek zorundadır, halkın dertlerini, sorunlarını geniş kitlelere aktarıp, yönetenlerin dikkatini çekmek zorundadır. Gazetecinin temel görevi de zaten budur.

Bize bir rapor sundular. O rapordan bazı bölümleri size aktarmak isterim. “Döviz kuru arttı, enflasyon yükseldi, perişan olduk. Kâğıttan tutun mürekkebe kadar kullandığımız bütün aygıtların neredeyse tamamı yurtdışından geliyor ve büyük zamlarla karşı karşıyayız” diyorlar. “Kâğıt gibi maliyet kalemlerinde yüzde 400 oranda zam gerçekleşti” diyorlar. 1 ton kâğıt 2020 yılında 2 bin 246 lirayken bugün 12 bin 605 liraya çıkmış durumda, gerçekten insafsız bir olay. Ve 2021’de 54 gazete kapandı, son 3 yılda kapanan gazeteyse 119. Dolayısıyla 119 gazetenin kapanmış olması 119 gazetede çalışan gazetecilerin işlerini kaybetmesi demektir. Sıradan bir olay değildir. Halkı aydınlatmak için yola çıkanlar en büyük sorunu yaşar hale geldiler. Dolayısıyla devlet desteği istiyorlar, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin mutlaka kendi sorunlarını dillendirmesini istiyorlar. Basın İlah Kurumu var, devletin resmi ilanları var. “Bu resmi ilanlarda tarife çok düşük, bu tarifenin artması lazım, en azından 50 binin altında tirajı olan gazetelere, santim sütun olarak 30 liralık bir fiyatın belirlenmesi gerekir. Bu ancak bizi kurtarabilir, ancak ayakta durabiliriz” diyorlar, ama Basın İlan Kurumu bir yıldır toplanmıyor, Genel Kurulu bir yıldır toplanmıyor. Oysa kendi kanununda 3 ayda bir toplanması gerekir. 2018’den beri Cumhurbaşkanlığınca atanması gereken 12 üye atanmadığı için Genel Kurul toplanamıyor. Genel Kurul toplanamadığı için fiyatlar belirlenemiyor ve dolayısıyla bir anlamda Basın İlan Kurumu medya üzerinde ciddi bir baskı unsuru pozisyonuna gelmiş durumda, baskı kuruyor. Gazeteler üzerinde baskı kuruyor. Yeni Asya Gazetesi’ne 750 gündür ilan vermiyorlar arkadaşlar, 750 gündür, insaf ya, 750 gündür, ama yarın iktidarı destekleyen manşetler atsınlar, arka arkaya bütün ilanlar gelecektir oraya, ama gazete çalışanları, gazetenin sahipleri “biz onurlu insanlarız, onurumuzu parayla pulla bugüne kadar hiç satmadık, bundan sonra da satmayacağız” diyorlar.

Onurlu gazetecileri her zaman yürekten alkışlıyorum. Onlara bizim minnet borcumuz vardır. Evrensel Gazetesi 2019’dan bu yana Basın İlan Kurumu’ndan tek bir ilan bile almıyor, o da cezalandırılıyor. Kamu ilanlarınınsa, kamu bankaları başta olmak üzere kamu ilanlarınınsa havuz medyasına aktarıldığını hep beraber biliyoruz zaten.

Gazetecilik Meslek Yasası’nın çıkmasını istiyorlar. Nasıl avukatların bir yasası varsa, öğretmenlerin bir meslek yasası varsa, gazetecilerin de bir meslek yasasının olması gerektiğini söylüyorlar. Raporda bu bölümle ilgili şöyle çarpıcı bir cümle var: “Gazetecilik Meslek Yasasının olmamasının sonucu olarak siyaset, mafya, medya üçgeninde çirkin ilişkiler yaşanmaktadır”. Gazetecilik meslek kanunu olsaydı bu ilişkilere girin kişiler en azından gazeteci olarak adlandırılmayacaktı. Bugün bu yasanın çıkmaması mafyaya bulaşanlar, siyasete bulaşanlar, siyasetten beslenenler, devletten kaynak alıp kaynakla beslenenler maalesef kendilerini bazen gazeteci olarak tanımlıyorlar. Havuz medyasını hepiniz bilirsiniz, ne kadar çok iktidarı alkışlarsanız cebiniz o kadar dolar. Böyle bir anlayış var, onlar da kendilerini gazeteci olarak satıyorlar. Hiçbirisi gazeteci değil, gazeteci düşündüklerini özgürce yazan kişidir. Gazeteci kalemini satmayan kişidir. Kalemini satan kişiye, kalemini kiralayan kişiye, aklını kiralayan kişiye gazeteci denilir mi? Denmez, ama onlar kendilerini gazeteci olarak tanımlıyorlar, ama gerçek gazeteciler, onları gazeteci olarak görmüyorlar.

Medya özgürlüğünde büyük sınırlamalar var. “Basın hürdür, sansür edilemez” diyor Anayasa, ama maalesef Anayasanın bu hükmü de pek çalışmıyor. Doğru haberlere erişim engeli geliyor. Doğru haberler görülmesin, doğru haberler okunmasın diye bundan da şikâyet var.

“Basın kartı alamıyoruz” diyorlar, gerçek gazeteciler basın kartı almakta zorlanıyorlar. “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı” vermiyor diyorlar. Bu konuda gerçek gazetecilere, kalemini satmayan gazetecilere yeri zamanı geldiğinde basın kartı vermiyor. “Bununla ilgili bir dava açtık” diyorlar, davaya İletişim Başkanlığı’nın gönderdiği yazı şöyle, savunma, burada bir ibret olsun diye aslında okuyorum: “Gazetecilik faaliyetinde bulunmak için basın kartı sahibi olma zorunluluğu bulunmamaktadır. Kişiler basın kartı sahibi olmaksızın da gazetecilik yapma ve fikirlerini ifade etme haklarına sahiptir. Nitekim basın kartı sahibi olmayan pek çok basın mensubu bulunmaktadır” diyor. Doğru, sen vermiyorsun, o da kalemini satmıyor, ama gazetecilik yapıyor. Senin ona basın kartı vermen lazım. Basın kartı verilmese ne oluyor? Birincisi, bunlar yıpranma hakkından yararlanamıyorlar. Gazetecilerin erken emekli olma hakkı var. Çünkü günün 24 saati çalışıyorlar. Bu haktan yararlanamıyorlar. Başka? Birçok organizasyona akredite olamıyor. Soruyorlar, “Basın kartın var mı?” “Yok.” “Yoksa giremezsin” diyorlar. Yine güvenlik güçlerine basın kartını gösteremiyor. Güvenlik güçleri sorduğu zaman kendisinin gazeteci olduğunu kanıtlayacak bir belgeye ihtiyaç var, bu verilmiyor ve yurtdışına çıkışta gri pasaport alamıyor. Buna benzer şikayetler geldi. Bütün gazeteci arkadaşlarıma şunu rahatlıkla ifade edeyim: Eğer özgürlük istiyorsanız, özgürce yazmak istiyorsanız, haberleriniz sansür edilmesin diye bekliyorsanız ittifakı yakından izleyeceksiniz. Destekleyeceksiniz demiyorum, yakından izleyeceksiniz, Millet İttifakı’nı yakından izleyeceksiniz. Göreceksiniz, hep birlikte medya özgürlüğüne ne kadar önem verdiğimizi göreceksiniz.

Efendim, geçtiğimiz hafta Isparta’da bir olay yaşandı. Rahmetli Süleyman Demirel’in, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in memleketi, kenti; mezarı da orada, kendi köyünde, doğduğu köyde. Günlerce elektrik kesildi arkadaşlar, günlerce elektrik verilmedi. İnsanlar soğukta perişan oldu, ama ilk günden ve ilk saatlerden itibaren iki Genel Başkan Yardımcımız Isparta’daydı. Isparta’nın bütün ilçelerini gezdiler. Milletvekillerimiz Isparta’daydı. Genç, çalışkan İl Başkanımız bütün gezilere öncülük etti. Dört gün sonra Bakan oraya gitti. Niye gitti? Helalleşmek için gitti. Sorunu çözmek için değil, sorunla ilgilenmek için değil, kabahatliyiz, kusurumuz var, bize helallik verin diye gitti. Ya senin görevin ne arkadaş? Günlerce, eğer 21. Yüzyılın Türkiye’sinde günlerce bir kente elektrik verilmiyorsa bunun bir sorumlusunun olması lazım. Gerçi Yeliz dediğimiz arkadaş bunun sorumlusunu buldu, “bu CHP’dir” dedi. Allah bunlara akıl fikir versin, aklını oynatmışlar bunlar, gerçekten akıllarını oynatmışlar. Ne söyleyeceklerini bilmiyorlar, sadece bir şey öğrenmişler; ne olursa olsun CHP’yi kötüleyecekler, başka bir şeye gerek yok. Bunu yaptığı zaman siyaset yaptığını sanıyor. Burada bulunması bile, Ak Parti Grubu adına burada bulunması bile ciddi bir ayıptır. Bakın, Ak Parti adına bile ciddi bir ayıptır. Biz demiyoruz ki CHP eleştirilmez. Mesela, şunu diyebilirdi: “CHP milletvekillerinin Isparta’da ne işi var, bizüm oraya daha erken gitmemiz gerekiyordu” diyebilirdi mesela, ben bunu anlardım, ama o kadar akıldan yoksun insanlar parlamentodaysa, bu parlamentonun itibarı her yerde tartışılır. Öyle bakmamız lazım.

Efendim, Ispartalı vatandaşlarıma seslenmek isterim. Bir yönetmelik var: Elektrik Dağıtımı ve Perakende Satışına İlişkin Hizmet Kalitesi Yönetmeliği. Bu yönetmeliğe göre konutlarda 48 saatten fazla, otel, fabrika, alışveriş merkezleri gibi insanların yoğun olarak gittiği, bulunduğu yerlerdeyse 24 saatten fazla elektrik kesintisi olursa, onlara tazminat ödenmesi lazım. Arkadaşlarıma söyledim, Isparta Baro Başkanıyla konuştular. Bütün vatandaşların tazminat alma hakları var, bütün vatandaşların; dolayısıyla bu haklarını kullansınlar, baroya müracaat etsinler. Baro bütün davaları açar, her biriniz hakkınız olan tazminatı alırsınız. Böyle bir hakkınız var, böyle bir yönetmelik var. Aslında dava açılmadan bu tazminatın size ödenmesi lazım, ama bunlar ödemezler, biliyorum. Ödemezlerse hakkınızı arayacaksınız. Avukat tutamıyoruz diyorsanız avukat masrafınızı da karşılayacağız. Biliyorsunuz biz halkın partisiyiz. Paranız yoksa imkânınız yoksa avukata ödeyecek imkânınız yoksa ücreti ödeyemiyorsanız biz ödeyeceğiz onu, sizin hakkınızı teslim edeceğiz. Diyebilirler ki: “Efendim, olağanüstü kar yağdı, kar yağdığı için olağanüstü durum oldu. O nedenle biz bunu ödemeyiz.” Hayır efendim, olağanüstü bir durum yok. İstanbul’da da oldu, ama tazminat ödendi, paralar ödendi. Demek ki Isparta’da da ödenebilir. Kimse mücbir sebebin arkasına saklanmasın, bu konuda da çok açık düşüncelerimiz var. Bunu da kamuoyuyla paylaşmak isterim.

Ayrıca Ramazan Nazlı adlı vatandaşımız donarak öldü. Allah rahmet eylesin, ailesine başsağlığı diliyoruz, bütün Ispartalı kardeşlerimize başsağlığı diliyoruz. Ama bir şey var, acılı aile evinden alınıp Kaymakamlığa getiriliyor, Kaymakamlıkta aileye açıklama yaptırılıyor “Ramazan Nazlı kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir” diye. Ya bunlar doktor değil ki! Sonra Adli Tıp Kurumu raporu çıktı, donmaya bağlı kalp krizi raporu verildi. O Kaymakama sormak isterim: O aileyi sen hangi yüzle oraya getirdin, hangi yüzle o açıklamayı yaptırdın? O açıklama yapılırken yanında bir doktor var mıydı? Bir insanın hayatıyla nasıl böyle oynarsınız? Bir ailenin geleceğiyle nasıl bu kadar acımasızca oynarsınız? Ama söyledim, herkesin hakkını ve hukukunu sonuna kadar arayacağız.

Isparta’da bunlar yaşandı, ama Türkiye zaten bir ateş topuna dönmüş vaziyette, her yer sorun, her yerde sorun var. Yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği var, yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği içinde zamlar her alanda yağmur gibi yağıyor. Eskiden derdik ki “iğneden ipliğe zam geldi”, şimdi bunun tam gerçeğini yaşıyoruz. İğnede de zam var, iplikte de zam var, domateste zam var, her yerde zam var, zeytinyağında, bebek mamasında, domateste, salatalıkta; her şeye iğneden ipliğe gerçekten zammın yaşandığı bir süreci görüyoruz. Bu Türkiye’nin iyi yönetilmediğini gösteriyor, Türkiye’nin savrulduğunu gösteriyor. Kışın ortasında siz elektriğe yüzde 127 zam yapar mısınız? Kışın ortasında, akıl alacak şey değil değerli arkadaşlar.

Bir video çıkardım, yayınladım: “Zamların olduğu süre içerisinde, bizzat Erdoğan’ın imzasıyla 31 Aralık’ta yapılan zamlar geri çekilinceye kadar ben bugünden itibaren gelecek hiçbir elektrik faturamı ödemeyeceğim” dedim. Dikkat edin, ödeyemeyeceğim demiyorum, ödemeyeceğim diyorum. Hemen bir trol ordusu ve hemen Ak Parti’nin belli kişileri çıktılar. Vay efendim, biz devlete başkaldırı yapıyormuşuz, Mahir Ünal böyle diyor: “Bu devlete başkaldırıdır”, arkasından da şunu söylüyor: “Elektrik zamlarını devlet yapmadı” Çok önemli bir saptama, Yeliz’in benzeri bir saptama bu da, elektrik zamlarını devlet yapmadı. Aslında söylediği doğru, devlet değil, devleti yöneten iktidar yaptı zamları, yani Ak Parti yaptı. Kim yapacak başka zamları, ben mi yapacağım, vatandaş mı yapacak bu zamları? Ama beşli çeteye karşı çıkmıyor mesela, en büyük vurgunu vuran beşli çete, onlara ses çıkarmıyor. Beşli çetenin yanında, beşli çeteye tek kelime bile etmiyor. Özelleştirildi bunlar, siz özelleştirdiniz, siz verdiniz, zamları siz yapıyorsunuz. Vatandaşı inim inim siz inletiyorsunuz. Suçlanan kişi kim? Kılıçdaroğlu… Bakın değerli arkadaşlar, niye “ödemeyeceğim” dedim? Şunun için: Özgür Özel Bey beni aradı: “Basın toplantısı yapıyoruz. Siz elektrik faturasını ödemeyeceğim dediniz, bunu bir parti olarak hepimiz mi yapacağız” dedi. “Hayır, siz ödeyin. Elektrik faturasını ödeyemeyen vatandaşın acısını benim topluma hissettirmem lazım. Elektrik faturasını ödeyemeyen, yüzde 50, yüzde 60, yüzde 70, yüzde 127 zam gören bir aile elektrik faturasını ödemiyor, ödeyemiyor, bunun acısını benim geniş kitlelere duyurmam lazım. O nedenle ödemeyeceğim” dedim ve ödemeyeceğim de zaten. Çünkü elektrik faturasını ödeyemeyen vatandaşın sesini çıkaracağı bir alan bırakmadılar. Fakir, elektrik faturasını ödeyemiyor. Hangi televizyon haber yapacak bunu, hangi gazete haber yapacak bunu ve bu insan gazetelere, televizyonlara nasıl ulaşacak, kim bunların sesi olacak, kim bunların sözcüsü olacak? Hemen dediler: “Efendim, elektriği derhal kesin, Kılıçdaroğlu donsun” Siz beni donmakla mı korkutuyorsunuz? Sizin feriştahınız gelse ben dönmem, sizin feriştahınız gelse ben mücadele ederim. Elektrik faturaları konusunda hemen bu dağıtıcı şirketleri topladılar, onlarla konuştular. Halka şu mesajı veriyorlar; “Faturaları indirecekler, ön çalışmaları yapıyorlar.” Erdoğan’a da bir-iki numara alanı bırakıyorlar, Erdoğan indirecek. Bunlar yükselttiler ya, Erdoğan da gelecek, indirecek, bu numarayı kesiyorlar. Tamamını indireceksin kardeşim, tamamını indireceksin!

Efendim, Bahçeli de bugün konuşmuş, demiş ki örgütlerine: “Kılıçdaroğlu’na kandil gönderin.” Gönderdiler, çok güzel kandiller geldi, teşekkür ederim - il başkanlarına tabii -teşekkür ederim. Onları partinin müzesine koyacağım. Elektrik zamlarını savunan Devlet Bahçeli’nin bana gönderdiği kandiller diye onları göstereceğim orada, ama ‘Şahsım’a seslenmek isterim mesela: Senden daha fazla zamları savunan Bahçeli, parti sözcülerinden daha fazla savunan Bahçeli. Artık 1.100 odalı sarayda Bahçeli’ye bir yer ver artık, ayıp oluyor yani, ver orada da otursun.

Efendim, sözlerime başlarken bunların memleketi yönetemediğini, deneme-sınamayla yönettiklerini ve bunun da büyük felaketlere yol açtığını, bugün zamların temel gerekçesinin de yönetimsizlikten kaynaklandığını söyledim. Bazen diyorlar ki örnek var mı peki? Şimdi örnekler vereceğim. Çünkü unutuyoruz. Bunlar bir ara dolar yükselince dediler ki doları derhal düşürmemiz lazım. Nasıl düşüreceğiz? Merkez Bankasını devre dışı bırakalım, en güvendiğim adam, damat Hazine ve Maliye Bakanlığının başında, 128 milyar doları oraya aktaralım. Onlar satsınlar, dolar bir daha asla yükselmez. Yaptılar mı? Yaptılar. Kime sattıklarını biliyor muyuz? Hayır. Kaça sattıklarını biliyor muyuz, hangi kurdan? Onu da bilmiyoruz. 128 milyar doları sattılar, dolar düştü mü? Hayır. Düşen, değeri düşen para Türk Lirası oldu.

İki, baktılar onu beceremediler, 128 milyar dolar gitti, başka bir şey yapalım dediler. Merkez Bankası politika faizini indirsin, o indirince bütün faizler düşer, bütün faizler düşünce enflasyon da düşmüş olur. Harika bir görüş, herhalde Erdoğan bunu söylediğinde Ak Parti Grubu’nda herkes alkışlamış, çünkü iktisat bilimine yeni bir teori geliyor, “Deneme-sınama yöntemi”; bir deneyelim, 128 tutmadı, bir de bunu deneyelim. Onu da denediler. Sonuçta Merkez Bankası’nın politika faizi düştü, onun dışındaki hiçbir faiz düşmedi. Ne devletin borçlanırken aldığı paranın faizi, ne kredi kartları eğer ödenmezse bankaların faizi, ne ticari faizler, ne zirai faizler hiçbirisi düşmedi. O da iflas etti.

Baktılar bu da tutmuyor, dolar yine yükseliyor. O zaman dillerini değiştirdiler, önerilerini değiştirdiler. Bu sefer dediler ki: “Zaten biz bunu bilinçli olarak yapıyoruz. Dolar çok yükselmeli, Türk Lirası düşmeli, dolar yükselince ihracat patlayacak, dolar yükselince üretim artacak, cari açık azalacak.” Yeni bir yol, yeni bir yöntem, yeni bir buluş; yine Ak Parti Grubu’ndan alkışlar, alkışlar, alkışlar… Bir baktılar, o da tutmadı. Türkiye ucuza satıp pahalıya almaya başladı. Sordular neden pahalıya? Adamların dünyadan haberleri yok. İhracat ettikleri malların büyük bir kısmının girdileri ithalat, dışarıdan döviz artınca daha pahalıya alıyorsun, maliyete ekliyorsun, hiçbir zaman bekledikleri olmadı. Dövizin yüksek olması onların beklentilerini yine karşılamadı, fatura yine garibana çıktı. Bir de sanayicilerin elektriklerini kestiler, bir de oradan zaten üretim sorunu çıktı.

Değerli arkadaşlarım, bu da tutmadı. Baktılar bu da olmadı, bu sefer yahu doları yükseltiyoruz olmuyor, düşürüyoruz olmuyor, 128 milyar doları sattık gene olmuyor. Bu sefer dediler ki doları sabit tutmamız lazım. Ne yapmamız lazım? Kur korumalı mevduat hesabı açalım dediler. İyi, açtılar, dolar 18’den 13’e kadar düştü, ama bir şey hiç düşmedi. Mazotun fiyatı, benzinin fiyatı hiç düşmedi. 18 neyse, 18’in üstüne sürekli arttı, hiçbir zaman düşmedi.

Sonra “Türk Lirasını getirin, dövizinizi bozdurun, bankaya yatırın. Bankaya yatırdıktan sonra size yüksek faiz vereceğim, faiz yetmezse üzerine eğer kur artarsa bir de ayrıca onu vereceğim, ayrıca size vergi muafiyeti getiriyorum” diyor. Böylece bankada yüksek parası, dövizi olanlara devlet ayrıca özel bir vergi muafiyeti ve yüksek faiz, artı kur garantisi önerdi. Yani fakirden alıp zengine verdi. Bir örnek vereceğim: Bu örnek gizli bir örnek değil, çünkü Naturel Enerji borsada işlem yapan ve bunların da Kamuoyu Aydınlatma Platformu çerçevesinde yaptığı açıklamaya dayanarak söylüyorum. Bu firma, Naturel Enerji 6 aylık parasını yüzde 21 artı ortalama faiz oranıyla 650 milyon Türk Lirası’na çeviriyor, artı Türk Lirası’na çevirdiği için elde ettiği vergi avantajı 68 milyon lira, yüzde 21 faiz alıyor, 68 milyon vergi avantajı var. Buna bu imkân sağlanıyor. Soru şu: 68 milyon liralık vergi avantajı kimin sırtından çıkacak? Esnafın sırtından, çiftçinin sırtından, emeklinin sırtından çıkacak. Değerli arkadaşlarım, 68 milyon lirayı vermeyip de onlara 68 milyon liralık vergiyle ne olurdu? Şöyle küçük bir hesap yaptım, 42.500 ailenin ocak, şubat, mart, nisan aylarındaki tüm elektrik faturaları ödenirdi. 42.500 fakir aileye sağlayacağınız imkânı bir kişiye sağlıyorsunuz. Bu da tutmadı.

Ne diyorlardı? Doları düşüreceğiz, faizi düşüreceğiz.

Tutmadı, arkasından bir şey daha yaptılar. Baktılar bu da olmuyor, dolar yine sürekli oynuyor, ama belli bir istikrar içinde oynuyor. Onu da ifade edeyim. Zamlar var, yağmur gibi geliyor, ateş pahası, mutfaklar yanıyor, tencereler, tavalar, sokaklar hareketli, onun üzerine dediler ki, “Temel gıda maddelerinde KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e indiriyoruz.” Güzel. Şunu düşünün: Ben esnafım, temel gıda maddesini aldım. Fatura kesildi yüzde 8’den, ödedim zaten oraya, şimdi bana diyorlar ki yüzde 1 KDV’den satacaksın bunu. İyi de ben yüzde 8 cebimden ödedim. Sen bana bu parayı bugün veriyor musun? Hayır. Yarın veriyor musun? Hayır. Haftaya veriyor musun? Hayır. Esnafın sırtından vergi indirimi yapıyorlar. Yetiyor mu? Bu da yetmiyor. Şimdi esnafa bir enflasyonla mücadele timi gönderiyorlar. Vergi müfettişleri, belediye zabıta memurları gönderiyorlar. İndirdin mi, indirmedin mi fiyatlarını? Cezalar üst üste geliyor.

Değerli arkadaşlar, Erdoğan hadi ekonomiyi bilmez, ama ticareti bileceğini düşünürdüm. Vallahi ticareti de bilmiyor. Bakın, yemin ediyorum, ya yüzde 8’den almış bu, yüzde 1’den satacaksın diyor KDV’yi. Ben cebimden nasıl ödeyeyim ya, sattığının yerine zaten alamıyor, yerine bir mal koyamıyor zaten, nasıl olacak bu? Bunu da yapamıyor.

Fiyat istikrarını kim sağlar? Bunu defalarca söyledim, ama bir daha ifade edeyim. Fiyat istikrarından sorumlu olan kurumun adı Merkez Bankası, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, bu yetki Merkez Bankası’nın elinden alındı. O yüzden fiyat istikrarını sağlayamıyorlar, o yüzden ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sonuç: Fiyat istikrarı sağlandı mı? Hayır. Enflasyon düştü mü? Hayır. Ticari faizler, kredi kartı faizleri, devlet borçlanma faizleri düştü mü? Hayır. Cari açık düştü mü? Hayır. Dolar düşünce akaryakıt fiyatları düştü mü? Hayır, düşmedi. Merkez Bankasının kasasındaki döviz rezervi artıya geçti mi? Hayır. Eksi 50 milyar 200 milyon dolar.

Devlet; zırvalıklarla, saçmalıklarla yönetilemez değerli arkadaşlar, bunu özellikle geçmişte Ak Partiye oy veren kardeşlerim için söylüyorum. Defalarca söyledim, zırvalıklarla devlet yönetilmez. Efendim, deneyimlerle devlet yönetilmez. İşte bugün bunu yapalım, bakalım hangi sonuç verir? Devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir laboratuvar değil ki kardeşim ya, sen burada ilaç bulmuyorsun ki ya, dünya nasıl yönetiyorsa bir ülkeyi, sen de aynı şekilde yöneteceksin. Akılla yöneteceksin, bilgiyle yöneteceksin, birikimle yöneteceksin. Son 3 yılda, 3 Hazine ve Maliye Bakanı, 5 Merkez Bankası Başkanı, 4 TÜİK Başkanı değişiyorsa senin yönetmediğin ortaya çıkıyor.

Bütün bunları niye anlattım? Herkes yaşıyor aslında, unutuluyor bazen, unutulmaması lazım, özellikle milletvekili arkadaşlarımın unutmaması lazım.

Altı Parti Genel Başkanı olarak buluştuk. Önce diyorlardı, “Bunlar asla yan yana gelmez” diye, yan yana geldik. Bizi yan yana getiren neydi? Biz ayrı partileriz, programlarımız da ayrı. Ama neden bir araya geldik? Çünkü Türkiye’nin bir felakete sürüklendiğini altı partinin Genel Başkanı da görüyor. Yaşanamaz bir Türkiye’nin ortaya çıktığını altı partinin Genel Başkanı da görüyor. Bu ülkenin bugünü ve geleceği olan gençlerin, umutlarını yurtdışında aramak gibi bir tabloya sürüklendiğini altı partinin Genel Başkanı biliyor ve görüyor. Ve altı partinin Genel Başkanı, Türk siyaset tarihinde önemli bir başarıya imza attı, bir araya geldi, “Bu sorunları çözmemiz lazım” dediler.

Çözemiyorlar, batırıyorlar. Türkiye’yi dilenci konumuna getirdiler, Türkiye’nin onurunu zedelediler. Para dileniyorlar sağda solda, oysa biz Milli Kurtuluş Savaşı’nı verirken hiç kimseden dilenmedik, ama bütün fabrikaları kurduk, savunma sanayini kurduk, uçak fabrikaları kurduk. Düne kadar ‘şerefsiz’ dedikleri kişilere -bunu kullandığım için özür dilerim, onların ifadesi- şimdi gidiyorlar, el ayak öpmeye gidiyorlar. Düne kadar Londra borsalarına söylemedikleri kalmamıştı. Ne söylediler? Dünyanın lafını söylediler. Şimdi oraya gidiyorlar acaba oralardan biraz para bulabilir miyiz, borç bulabilir miyiz diye,

Altı partinin Genel Başkanı bu tabloyu düzeltmeye kararlı ve biz bu kararlılıkla bir araya geldik. Biz ülkemizi seviyoruz. Ülkemizin büyümesini, kalkınmasını istiyoruz. Biz ülkemizde işsizlik istemiyoruz, biz ülkemizde adalet istiyoruz, biz ülkemizde özgürlük istiyoruz, biz ülkemizde hiç kimsenin kimliğinin, yaşam tarzının, inancının sorgulanmasını istemiyoruz. Biz din ve vicdan özgürlüğü istiyoruz, biz inancın siyasete malzeme edilmesini istemiyoruz. Biz birlikte yaşamak istiyoruz, biz farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek istiyoruz. Biz onurlu bir ülke olmak istiyoruz, biz hızla büyüyen, gelişen bir ülke olmak istiyoruz. Biz gazetecilerinin, aydınlarının hapse atıldığı bir ülke olsun istemiyoruz. Herkes düşüncelerini özgürce ifade etsin, bunu istiyoruz. Biz barış istedi diye insanların görevlerinden atılmasını istemiyoruz. Bizi bir araya getiren bu düşünceler. Bir araya geldik ve konuştuk, bir bildirimiz oldu, altı Genel Başkan bildirinin altına sırayla imzalarımızı attık ve onu kamuoyuyla paylaştık.

Bütün vatandaşlarıma şunu söylemek isterim: Asla umutsuzluğa kapılmayın ve şunu lütfen tekrar edin: “İyi ki bu ülkede muhalefet var, iyi ki bu ülkede sağlıklı ve tutarlı, ülkenin geleceğini düşünen muhalefet var” deyin. İktidar her yönetimde olur, ama muhalefet gerçek anlamda demokrasilerde olur. Bizler bütün baskılara rağmen, bütün olumsuz koşullara rağmen bir araya geldik, bütün iftiralara rağmen, bütün hakaretlere rağmen bir araya geldik. Bizi bir araya getiren vatan sevgisi. Ülkemizde özgürce yaşamak istiyoruz. Herkesin karnının doyduğu, herkesin düşüncelerini özgürce ifade ettiği bir Türkiye istiyoruz. Üniversitelerinin bilim ürettiği bir Türkiye istiyoruz. Caddelerinde, sokaklarında şarkıların, türkülerin söylendiği bir Türkiye istiyoruz. Annelerin çocuklarını güler yüzle okula gönderdiği bir Türkiye istiyoruz. Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin olmadığı bir Türkiye istiyoruz. Parlamento’nun saygın olmasını istiyoruz. Demokrasinin gerçek anlamda demokrasi olmasını istiyoruz. Basın özgürlüğünün olmasını istiyoruz, yalan haberlerin olmamasını istiyoruz. Siyasetin belli bir düzeyde olmasını, ahlaki bir düzeyde siyasetin sürdürülmesini istiyoruz.

Muhalefet olarak elbette ki güzel şeyler de yaptık. Eğer emekliler Ramazan ve Kurban Bayramında ikramiye alıyorlarsa muhalefetin yüzündendir. Muhalefet olarak dayattık ve gereğini yaptık. Yapmak zorunda kaldılar. Aynı şekilde “TRT payı kaldırılsın” dedik elektrik faturalarından, kaldırmak zorunda kaldılar. Muhalefetin gücüdür bu, aynı şekilde elektriğin bir kısmının en azından düşük fiyatla verilmesini sağladık. Bu da muhalefetin gücüdür, bizim gücümüzdür. Yine aynı şekilde sofranızda KDV temel gıda maddelerinde iniyorsa, o da muhalefetin gücüdür, bizim gücümüzdür. Bugün bütün olumsuz koşullara rağmen biz bunları yaptırabiliyorsak yarın iktidar olduğumuzda görün Türkiye nasıl bir cennete dönüşecek, nasıl bir cennete dönüşecek?

Biz bu güzel ülkeyi gerçekten de barış içinde yaşanan, herkesin barış içinde yaşadığı bir Türkiye haline getireceğiz. O zaman demokrasi olacak. O zaman göreceksiniz, Türkiye’nin bütün coğrafyasına dünyanın her tarafından turistler gelecek. Göreceksiniz ihracatımızın nasıl arttığını, göreceksiniz Türkiye’nin ne kadar değerli ürünler ürettiğini, katma değeri yüksek ürünleri üretmek için üniversitelerin nasıl çalıştığını göreceksiniz. Dünyanın pek çok ülkesinden saygın insanların Türkiye’ye geldiğini göreceksiniz ve bütün İslam Dünyası’nın Türkiye’ye nasıl özendiğini göreceksiniz.

Biz bunları yapacağız, kararlıyız. Altı lider olarak bir araya geldik ve ahdettik, biz bunları yapacağız. Bizim başka bir arayışımız yok.

Panik içindeler biliyorum, korkuyorlar biliyorum. Güzellikten korkulmaz arkadaşlar, demokrasiden korkulmaz, özgürlüklerden korkulmaz. Neden korkulur? Yaptıkları yanlışların faturası bize çıkar mı diye korkuyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormayacak mıyız? Elbette soracağız. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağız, ama demokrasi içinde soracağız. Kin ve öfkeyle değil, intikam duygusuyla değil. Bizi onlardan ayıran temel duygu da bu, insani bütün gerekleri yerine getireceğiz. Beraber yaşayacağız ve bu parlamento Milli Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı itibarı kazanacaktır.

28 Şubat günü saat 13.30’da altı lider buluşacağız, beraber buluşacağız.

Demokrasiyi inşa edeceğiz, güçlendirilmiş parlamenter sistemde demokrasiyi inşa edeceğiz, yeniden demokrasiyi inşa edeceğiz.

Sonra devletin kurumlarını, bozulan bütün çarkları düzelteceğiz, saat gibi çalışacak bütün çarklar. Devlette liyakati getireceğiz, bileni getireceğiz, işi ehline teslim edeceğiz; bunun sözünü verdik, bunun vaadini verdik, bunu yapacağız dedik.

Sonra ekonomiyi ayağa kaldıracağız, ekonominin çarkları dönecek.

Sosyal politikalarımız güçlenecek; hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği, her evde huzurun ve mutluluğun olduğu bir Türkiye’yi getireceğiz. Yani bir adil düzeni getireceğiz. Ne ezen, ne ezilen insanca hakça bir düzeni getireceğiz. Fakirden alınıp zengine verilen değil, zenginin hakça vergi ödediği ve yeri geldiğinde fakire kaynak aktarıldığı bir Türkiye’yi inşa edeceğiz.

Adaleti sağlayacağız. Adaletin olmadığı bir yerde ülkeyi büyütemezsiniz, ülkeyi geliştiremezsiniz. Biz bunu yapacağız.

Altı lider olarak ahdettik, altına imzamızı attık. Türk siyaset tarihi için de, dünya siyaset tarihi için de altı imzanın olduğu o belge, önemli bir belgedir. O belgeyi edinin ve kendi arşivlerinize koyun. Yeri zamanı geldiğinde o arşivden çıkarın ve torunlarınıza gösterin. Torunlarınıza deyin ki: “Bugün sen özgürce bu ülkede yaşıyorsan, geleceğini yurtdışında değil de geleceğini bu ülkede arayıp güzel çalışıyor, üretiyor, kazanıyorsan ve yurtdışına da turist gibi gezmeye gidiyorsan işte bu belge nedeniyledir. Bu belgeyi imzalayan Genel Başkanlar nedeniyledir.”

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023