Dijital Sansürün Hukuksal Evrimi

Okunma Sayısı: 2967    |    Yazı Tarihi: 05.07.2022


Dezenformasyonla mücadele gerekçesiyle hazırlanan, basın kartı yönetmeliği ve internet medyasına ilişkin düzenlemeleri içeren 40 maddelik “Basın Kanunu” yasa tasarısı, hukuksal anlamda birçok teknik aksaklığın yanında, içerik bakımından da gerekçesinde yer aldığı gibi; halkta yaratığı endişe, korku ve panik nedeniyle kamuoyunda oluşan tepkilerden dolayı yeni yasama döneminde görüşülmek üzere ertelendi.

Toplum olarak hayatımıza girmesiyle günümüze kadar geçen süreçte yapısı gereği kurallarla sınırlanamayan internet ile ilgili hukuki düzenlemeler, her defasında daha da ağır yaptırımları getirmiş; son kanun teklifi ile yoruma açık olan muğlak ibarelerle hapis cezası verilmesine kadar ileri gidilmiştir.

İnternet'in Dünya ile eş zamanlı olarak Türkiye’de de evlere girmeye başlamasını “bir basın-yayın aracının kontrolsüz olarak yayılması” şeklinde değerlendirildiği ülkemizde, kontrol edilemeyen her şey geleneksel yönetime tehdit olarak görüldüğü için hakkındaki kısıtlayıcı hukuksal düzenlemeler hızla ve ağırlaştırılarak devam etmiştir.

Dijital medyanın kısıtlanması, 2001 yılındaki koalisyon hükumetinde mevcut Basın Kanunu’na elektronik yayınlarında eklenmesini içeren bir ek maddenin teklifi ile başlatıldı. Bu ilk kısıtlayıcı kanun, meclis dışı siyasal muhalefetin etkisizleştirildiği ve milletvekillerinin eleştirilmesini engellediği gerekçeleriyle çok eleştiri almıştır.

Sonrasında ekonomik kriz, seçimler ve AKP’nin hükumeti devralmasıyla Basın Kanunu’ndan bağımsız olarak çıkarılan İnternet Kanun’u 2007 yılında meclisten geçmiştir. Yalnızca yargı kararıyla kısıtlanabilecek temel hak ve özgürlüklerin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından kısıtlanabileceğini hükmeden İnternet Kanunu, yasamaya bağlı olan iletişim başkanlığının yargı erki yetkileriyle donatılarak yetki aşımına neden olurken; taraflı ve keyfi cezalandırmaları da beraberinde getirmiştir. Google'ın açıkladığı verilere göre 2011 yılının ilk yarısında dünya çapındaki hükûmetler tarafından yapılan içerik silme başvuruları sayısının 1.789'u bulması, 501 başvuruyla en fazla içerik kaldırma talebinde bulunan ülkenin ise Türkiye olması da bunu kanıtlayan en somut veri olmuştur.

TİB’in bu dönemde yetkisi dâhilinde Youtube, Twitter ve Wikipedia gibi birçok web sitesine erişim engeli getirmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınarak ifade özgürlüğüne aykırı olduğu kararıyla Türkiye’nin para cezası almasına da neden olmuştur. Bunun yanında aynı yıl “Aile, Çocuk…” gibi profillerle internet kullanıcılarını filtreleme programlarına dâhil etmek şeklinde planlanan kontrollü bir sansüre karşı başta sivil toplum olmak üzere elli bin kişinin katılım gösterdiği protesto yürüyüşü düzenlenmiş; “internet yaşamdır” sloganıyla büyüyen bu tepki karşısında geri adım atıldığı için filtreleme uygulaması sansür girişimi başarısız olmuştur.

17-25 Aralık geriliminin ardından ise AİHM’nin kararına rağmen 2014 yılında yapılan kanun değişikliğiyle internet erişim engellerinin karar ve uygulanma süreçlerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler getirilmiş, böylece erişim engeli kısıtlamaları daha da hızlandırılmıştır.

2018 yılında, Almanya’da yürürlüğe giren “Sosyal Ağlar Yasası” örnek alınarak İnternet Kanunu’na getirilen ek madde ile sosyal medya platformlarına idari mercilerin vereceği kararları uygulamak üzere bir temsilci atama zorunluluğu getirilmiştir. Yine kararların uygulanmasını hızlandırmayı ve yaptırım uygulamak adına temsilci bulundurmayı şart koşan bu düzenlemede, ilham alınan Alman Kanunu gereğince aykırı davranışın cezası idari para cezasıyla sınırlı kalırken; ülkemizde ise beş aşamalı ceza yaptırımı uygulanmasına hükmedilmiştir.

Son olarak da bir süredir ülke gündeminden düşmeyen ve meclis görüşmeleri defalarca ertelenen “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” çağdaş hukuk normlarından bihaber yapısı ve hukukun düzeni sağlama amacının adaletin tesisi çerçevesinde yapılması sorumluluğuna aykırı detaylarıyla bir kanun tasarısından çok bir fermana benzemektedir.

İktidarın Son Sopası: Basın Yasası

Komisyondan geçtiği halde orman kanunlarını andıran maddeleri nedeniyle, kendi içlerinde de endişe yarattığı için Cumhur ittifakı bileşenleri arasındaanlaşmazlığa neden olan kanun teklifi, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” tanımıyla TCK’nın “ Kamu Barışına Yönelik Suçlar” bölümüne yeni bir suç eklemeyi öngörüyor.Ancak madde metninde yer alan yoruma açık ve muğlak ibareler (ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlık, kamu barışı) nedeniyle TCK’nın kanun metninin herkes tarafından anlaşılır olması ve muğlak ibarelerin bulunmaması gerekliliğini vurgulayan Belirlilik(Açıklık) İlkesi’ne taban tabana zıt düşüyor. Tespiti ve ispatı zor olan soyut kavramların madde metninde yer alması yoruma açık olacağı için keyfi cezalandırmalara yol açması bakımından oldukça sakıncalı görülüyor.

Anayasa’da teminat altına alınan ifade özgürlüğünün icrası durumunda ilgili madde gereğince ceza yaptırımına tabi tutulması, temel hak ve özgürlüklerin özüne müdahale teşkil edeceğinden yine Anayasa’nın 13. maddesine aykırı uygulamalara sebebiyet vermesi kaçınılmaz görülüyor.

29. maddenin cezayı ağırlaştırıcı hallerini düzenleyen 2. fıkrasındaki (failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”)  “kimliği gizleme” ifadesi kimliğini gizleme kastı olmamasına rağmen anonim hesap kullanan sosyal medya kullanıcıları için ağırlaştırılmış ceza yaptırımına maruz kalabileceği bir belirsizlik içeriyor.

Kanun tasarısının öngördüğü hapis cezasının, beş yıldan az olmasına rağmen temyiz yoluna başvurma hakkının tanınmaması da hukuka aykırı bir başka detay olarak dikkat çekiyor. İlamın üst mahkemede muhakemesini engelleyen bu detay,mahkeme kararının olası bir haksız mağduriyete sebep olması durumunda telafisini imkânsız kılıyor.

Yasa tasarısı aynı zamanda internet haber sitelerini süreli yayın kapsamına alırken, Basın Kanunu’na tabii tutarak olağanüstü yaptırımlarla kontrolü ele almayı amaçladığı anlaşılıyor. Düzenlemeye göre; haber sitelerine yayınladığı herhangi bir haber nedeniyle zarar gördüğüne karar verilen kişinin düzeltme ve cevap yazısı aynı sayfada yayınlamak konusunda yaptırım uygulanabiliyor.

Yayın yasakları için ise beyannameler artık Cumhuriyet Başsavcılığına değil, Basın İlam Kurumuna verilerek, yargı kararına gerek duymadan yaptırım uygulanabiliyor. Basın kartlarına resmi nitelik kazandırılırken; verilişi ve iptali konusundaki yetkilerin tamamı İletişim Başkanlığının inisiyatifine bırakılarak, basın mensuplarını seçme ayrıcalığı da tanınıyor.

Ülkemizde hukukun, tekelinde olduğu zihniyete hizmet ederken varlık amacı ve sınırlarını kaybettiğini düşündüren bu girişimler, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin otokrat bir düzene evrimini özetler niteliktedir. Zira sansür, otoriter rejimlerde bir devlet geleneğidir. Demokratik bir yönetimin zamanla otokrasiye dönüştürülmesiyle, özgürlüklerin suç olarak addedilmesi kaçınılmaz olurken; toplumlarda, ekonomi, eğitim, siyaset ve laiklikle doğru orantılı olarak hukuk da aynı yönde gerileme kaydedeceği için onarıcı cezalar yerini zamanla yaptırımı yüksek olan caydırıcı cezalara bırakır. Bugün ifade özgürlüğünün icrasına hapis cezası gerektiren bir yasa tasarısının gündemolmasıyla, idam gibi çağ dışı bir cezanın da yakın zamanlarda konuşuluyor olması tesadüf değildir.


 


MİHRAP MİRAY ÇİRKİN İsimli Yazarın Diğer Yazıları