10 Ekim: Devlet canlı bombaları biliyor, mitingin yapılmasını istiyordu

Okunma Sayısı: 2720    |    Yazı Tarihi: 11.10.2022

Ankara Garı’nda 10 Ekim 2015 günü yaşanan Türkiye tarihinin en büyük bombalı saldırısının siyasi sonuçları artık ortada. Katliam, 7 Haziran’da tek başına iktidar olma gücünü yitirmiş AKP’ye 1 Kasım’da yüzde 50 oy alma yolunu açmıştı.

Ankara Gar katliamı ile birlikte 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasında yaşananlar, Diyarbakır HDP mitingine ve Suruç'ta Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun basın açıklamasına yönelik canlı bomba saldırılarının kanlı iktidar oyunundaki yeri sadece bir travmaya neden olmuyor, aynı zamanda geleceğe dair de korkuları büyütüyor.

Tam da bu yüzden yaşananları bir bütün olarak görmek hem travmalarla baş etmek hem korkuların üzerine gidecek doğru hattı bulmak için elzem.

Diyarbakır’da 4 Haziran’da, Suruç’ta 20 Temmuz’da IŞİD’in canlı bomba saldırıları yaşanmış, onlarca insan katledilmişti. Devletin istihbarat birimlerine IŞİD'in faaliyetleri ve intihar eylemleri ile ilgili bilgi yağıyordu ama saldırılar önlenmiyordu. Mülkiye müfettişlerinin tespitlerine göre 1 Ocak 2015 ile 10 Ekim 2015 tarihleri arasında polis ve MİT’in canlı bomba saldırılarına ilişkin 62 ayrı istihbarat notu vardı.

DEVLET BİLİYORDU

Bu istihbarat raporlarından özellikle birisi çok çarpıcıydı, çünkü adeta 10 Ekim anlatılıyordu. 14 Eylül 2015 tarihini taşıyan ve 81 il valiliğine gönderilen istihbaratta şöyle deniliyordu:

“DEAŞ’ın ülkemizde büyük bir eylem yapma kararı aldığı, bu eylemle ilgili olarak seçtiği grubu Suriye Deyr Zor’da bulunan bir kampta özel eğitime tabi tutmaya başladığı, eylemin uçak-gemi kaçırma ya da miting- kalabalık yerde çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde kompleks bir eylem olabileceği yönünde teyide muhtaç bilgiler elde edildiği...”

Katliamdan önceki istihbarat notu ise katliamın olduğu günün, 10 Ekim’in tarihini taşıyordu ve canlı bomba Yunus Emre Alagöz’ün adı yer alıyordu. Alagöz’ün eylem yapacağı ve bunun için ailesiyle helalleştiğine ilişkin istihbarat bilgileri aylar öncesinden Emniyet’e geliyordu. Buna rağmen Alagöz, Suriye’den Gaziantep’e geçip oradan da 12 saatlik yolculukla Ankara Garı önüne gelip kendini patlatmıştı. Dahası, IŞİD’in, Diyarbakır, Suruç, Ankara Gar ve İstanbul Taksim’deki saldırılarının talimatını verdiği belirlenen İlhami Balı saldırı emirlerini 2013 yılından beri dinlenen telefon hatları üzerinden veriyordu.

Yani devletin elinde, IŞİD’in bir mitingte birden çok canlı bomba patlatmaya hazırlandığına ilişkin istihbarat ve daha da önemlisi o canlı bombanın ismi vardı.

Yani devlet, biliyordu.

Bütün bunlara rağmen dönemin Ankara valisi, mitingle ilgili 14 Eylül 2015’te yapılan İl Güvenlik Koordinasyon Kurulu toplantısında dönemin il emniyet müdürüne “Mitingin yapılmasında bir sakınca var mı? İzin verilmezse ne olur?” diye sormuş, il emniyet müdürü ve istihbarat şube müdür vekili “KESK’in organizesinde yapılan mitinglerde olumsuzluk yaşanmıyor. Yapılmaması halinde marjinal gruplar illegal olaylar çıkarabilir” diye yanıt vererek mitingin yapılmasının önünü açmıştı. MİT ve jandarma da Diyarbakır ve Suruç saldırılarına ve ellerindeki istihbaratlara rağmen aksi bir görüş belirtmemişti.

Yani devlet, mitingin yapılmasını da istiyordu.

İÇİŞLERİ BAKANI'NIN İTİRAFI: CANLI BOMBA ÖNLEMİ YOK

Aynı toplantıda il emniyet müdürünün önerisi üzerine miting için belirlenen 08.30-16.00 saatleri değiştiriliyor, miting için 12.00-16.00 saatleri arasında izin veriliyordu. Oysa Sıhhiye Meydanı’na yapılacak yürüyüş saat 10.00’da gar önünden başlayacaktı. Saat değişikliğiyle gar önü on binlerce insanın toplanma saatinde güvenliksiz bırakılıyordu. Nitekim, canlı bombaların kendilerini patlattığı 10.04’de şehir dışından gelenler garın önünü doldurmuş ve bazı gruplar Sıhhiye’ye doğru yürüyüşe geçmişti.

Dönemin İçişleri Bakanı Selami Altınok da katliamdan sonra yaptığı açıklamada “Miting Sıhhiye Meydanı’ndadır. Olay miting alanı dışındaki herhangi bir alanda farklı şehirlerden gelenlerin toplandığı bir yerde gerçekleştirmiştir. Buna rağmen Ankara Valiliği ve emniyet zemin ve mekan aramaları yapmıştır” diyordu. Bakanın herhangi bir alan dediği yer, toplanma noktası olarak ilan edilmiş olan Gar önüydü…

Yani devlet, onbinlerce insanın buluştuğu gar önünde, Bakanın dediğine inanırsak sadece “zemin ve mekan aramaları” yapmış, canlı bombaya karşı hiçbir önlem almamıştı.

Oysa mitingden önce polis birimlerine gönderilen Emniyet tedbir yazısında ‘bütün personelin öncelikle kendilerine yönelik olası canlı bomba konusunda duyarlı olmaları’ talimatı verilmişti.

Bu uyarıya ve mahkemeden gar önünü de kapsayan üst ve araç araması kararı alınmış olmasına rağmen, polis gar ve çevresinde arama noktaları oluşturmadı. Nitekim patlama anında ise gar çevresinde sadece 76 polis vardı ve olayda yaralanan polis de olmamıştı.

Bu tür merkezi mitinglerde Ankara dışından gelenlerin araçları durdurularak arama yapılıyordu ama katliamdan bir gün önce başlatılan yol uygulamasına gece 12.00’de ara verilmiş ve sabah 09.00’da yeniden başlamıştı. Canlı bombaları Gaziantep’ten Ankara’ya getiren iki araç da saat 08.30’da, yani yol uygulamasına ara verildiği saatlerde Ankara’ya girmişti. Üstelik canlı bombaları taşıyan araçlar Adana’da durdurulmuş, ancak arama yapılmadığı için yola devam etmişlerdi.

MÜKEMMEL BİR "ALGI OPERASYONU"

Devlet yetkilileri katliamdan sonra da ‘kokteyl örgüt’ tanımı yaparak IŞİD’i perdelediler ve toplumsal algıyı ustaca biçimlendirdiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şimdi kalkıyorlar 'efendim burayı DAEŞ (IŞİD) yaptı, bunu bilmem kim yaptı...' Bu tamamen bir kolektif terör eylemidir. Burada DAEŞ de var, burada PKK da var, burada El Muhaberat da var, PYD terör örgütü de var. Hepsi beraber ortak olarak bu eylemi planlamışlardır” diyordu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu ise devletin IŞİD saldırılarını önlememesi gerçeğine ilişkin konuşurken canlı bombaların bilindiğini ancak eylem yapmadan tutuklanamayacaklarını savunuyordu, çünkü “Türkiye, demokratik bir hukuk devleti” idi...

Polis ve iktidar medyası, HDP Şanlıurfa milletvekili adayı ve Özgür Gündem gazetesi yazarı Mehmet Serhat Polatsoy’u patlamayla ilişkilendirmeye çalışıyordu. Patlamadan sonra “Bombalar Ankara’da patlayacak” mesajının paylaşıldığı Twitter hesabının kullanıcısı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Polatsoy, hesapla ilgisinin olmadığı anlaşılınca serbest bırakılmıştı. Ancak hemen ardından 155’e yapılan bir ihbarla gözaltına alınmış, ‘patlayıcı madde bulundurma kuşkusu’ gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı. Polatsoy’a 10 Ekim’le ilgili herhangi bir suçlama yöneltilmemesine rağmen dönemin Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek başta olmak üzere AKP’liler, bu tutuklamanın HDP’nin katliamdaki rolünü gösterdiğini ısrarla ileri sürüyor, iktidar basını manşetlerle HDP’yi fail ilan ediyordu.

Devlet ricalinin ve iktidar medyasının çabaları sonuç vermişti. Katliamı yapanın IŞİD olduğu ortaya çıkmış olmasına rağmen yapılan anketlerde halkın önemli bir bölümüne göre fail başkaydı. Gezici Araştırmanın anketine göre “Ankara Garı’nda yaşanan patlamayı sizce kim yapmıştır?” sorusuna katılımcıların yüzde 28’i PKK, yüzde 10’u ise HDP yanıtını verirken IŞİD’i fail olarak görenler yüzde 25’de kalıyordu.

KANIN SESİ ANCAK ADALETLE SUSAR

Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu da seçime ilişkin bir anketi televizyon ekranlarından paylaşırken ‘patlamadan sonra oylarının arttığını’ söylüyordu. Nitekim dediği oldu, 1 Kasım'da AKP yaklaşık yüzde 50 oy alarak tekrar tek başına iktidar oldu.

Kanın sesi ülkeyi kaplamış, kanlı iktidar oyunu tutmuştu…

Müfettiş raporlarına, soruşturma evraklarına, dava tutanaklarına geçmiş bütün bu bilgilere rağmen tek bir kamu görevlisi değil yargılanmak, soruşturulmadı bile...

Ankara’da 10 Ekim 2015’de, Gar önünde yüzlerce insandan dökülen kanın sesi hala dinmemiş durumda. Çünkü Rakel Dink'in dediği gibi "kanın sesi ancak adaletle susar." Ve kanın sesini susturacak olan adalet, sadece mahkeme salonları ile ilgili değil, çok daha büyük bir yüzleşme ve hesaplaşmayla, yani nasıl bir ülke istediğimizle ilgili…