Eylül sancıları

Okunma Sayısı: 559    |    Yazı Tarihi: 16.09.2024

Nasıl ki, 11 Eylül tarihi 1973 yılında Salvador Allende’ye ve tabii ki Şili’de demokrasiye indirilen büyük darbenin anıldığı tarih ise... Nasıl ki, yine 11 Eylül tarihi 2001 yılında ABD topraklarında gerçekleştirilen, belki de tarihin en çok can alan terör olaylarından biri olarak kayda geçen saldırıların tarihi ise...

12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010 de bizim ülkemizde aynı karanlık izleri bırakan iki önemli darbenin, demokrasinin kellesine vurulmuş iki devasa kılıcın anıldığı günler olarak tarihte yerini almış iki “kapkara” ve acı nottur.

Gazetemiz BirGün’ün dünkü manşetinde isabetle tanımlandığı üzere “Bizim Çocukların 44 yıldır iktidarda” olduğu gerçeği, o kapkara notun açıklaması niteliğindeki 5 sözcükten ibarettir.

Darbeci General Kenan Evren ve avanesinin kasten ve hileyle uydurduğu ve topluma benimsettiği yalanla, “Sağ - Sol çatışmasını önlemek ve akan kanı durdurmak amacıyla” yaptıklarını söyledikleri o menfur müdahalenin içeriği belliydi. Aslında 12 Eylül, “Demokrasi dalgasının, halktan yana halk için mücadele eden unsurların halkı hızla örgütlemesinin önünü kesmek üzere, her türlü sol - sosyalist - devrimci unsuru ezmek için, iç ve dış tüm faşist ve emperyalist maşası güçleri kullanmasının” son aşamasıydı.

Yerli faşist çetelerin sözünü ettikleri “çatışmada” üstlendikleri rol, “çatıştıkları” sol unsuların nezdinde, emekçilerin, işçilerin, köylülerin, ezilen sömürülen tüm kitlelerin bilinç düzeyinin yükselmesini ve hak arama mücadelesini kanlı bir şekilde bastırmaktı.

Kimse bize “Ama 12 Eylül’de sağ partiler de kapatıldı. Onların mensuplarından da ağır cezalar alan ve hatta asılanlar oldu” demesin. Faşist darbeciler, o görüntüyü vermek üzere kendi birkaç elemanını dahi feda edecek kadar alçalabilen bir zihniyet ve tıynette olduğundan bunu yaptığını herkes biliyor.

Darbenin arkasındaki sömürgen sermaye sınıfının başlıca hedefleri olan sendikal örgütlenmenin boğazlanması hedefine de maalesef ulaştıklarının en somut kanıtı da, zamanın bir meş’um karakterinin sarf ettiği şu meş’um sözdür:

“Bugüne kadar hep ağlayan bizdik. Şimdi, gülme sırası bizde...”

Zamanın Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin, aslında bu yalın gerçeği, yani darbenin sınıf çatışmasının bir tezahürü olduğunu açıkça itiraf ediyordu. Bunun için dökülen kanlar, darağaçlarında sallandırılanlar başta olmak üzere çeşitli şekillerde söndürülen hayatlar, bunun için ödetilen bedeldi aslında.

Aradan geçen 44 yılın ilk 22’sinde Özal’lı, Demirel’li, Çiller’li iktidarlar, sonraki 22 yılında da Erdoğan iktidarı, 1980 askeri darbesinin bıraktığı yerden, ideolojik olarak içeriği aynı, ama “sivil görünümlü” bir devam filmi niteliğindeydi.

Amaç aynıdır.

Örneğin 2010 yılının 12 Eylül’ünde yapılan Anayasa değişiklikleri ile yargının tamamen yürütmenin hakimiyetine sokulması operasyonuna, okyanus ötesinden AKP ortağı Fetullah Gülen teşkilatının “Mezardaki ölülere bile oy kullandırmak lazım” diyerek destek atması, içeride bir kısım “liberal görünümlü, sol etiketli” unsurların da “Yetmez, ama evet...” diye su taşıması, “emek ve demokrasi karşıtı cephenin” nasıl kurnazca ve kimleri yedeğe alarak tahkimat yapabildiğinin somut göstergesiydi.

12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen bu darbenin üzerine bir de 16 Nisal 2017 referandumu ile yapılan “Rejim darbesi”, bunun hemen 9 ay öncesinde hâlâ aydınlatılmaya muhtaç “kuşkulu ve karanlık” koşullarda yapılan FETÖ’cü darbe girişimi de, aynı tahkimatın birer menfur ve iğrenç kilometre taşlarıdır.

Bütün bu darbeleri gerçekleştiren emek ve demokrasi düşmanı unsurlar, “Geldikleri gibi gönderilmeyi” hak etmektedirler.

Bunun da çaresi, koşulları “1980 öncesine” döndürmektir. Evet, o günleri yani 1980 sonrasını yaşamış olan bizim neslin kulaklarında hâlâ çınlamaktadır o sözler. Ne zaman sopa sallamak isteseler şu lafı söylerlerdi: “Yoksa 12 Eylül 80 öncesine mi dönmek istiyorsunuz?”

Vallahi doğru! Evet...

12 Eylül 1980 öncesine dönmek istiyoruz.

Tam da onurlu bir halkın hak ettiği biçimde.

O günler de gelecektir.

Yeter ki, örgütlü mücadele ruhunu yeniden kitlelere kavratabilelim.


ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları