CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin Marmaris’te düzenlediği Yerel Medya Çalıştayı’nda; “Sizinle ilgili tasarruf genelgesi çıkardılar. ‘Günlük gazete alımı yapılmayacak.’ ‘Görev alanı ile ilgili olmayan yayınlara abone olunmayacak.’ Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, günlük gazetece almayacaksınız diye tasarruf genelgesi mi çıkarılır? Utanılacak bir tablo… Medyaya düşman olan bir siyasal iktidarı desteklemeyin arkadaşlar. Hangi görüşten olursanız olun, sonunda çekilen sizin ipiniz oluyor. Medyaya düşmanlık olur mu?” dedi.
CHP’nin Marmaris’te düzenlediği Yerel Medya Çalıştayı, bugün açılış konuşmaları ile başladı.
CHP, Marmaris Belediyesi ve basın meslek örgütlerinin işbirliği ile Muğla’nın Marmaris ilçesinde otelde düzenlenen “Anadolu Buluşmaları Yerel Medya Çalıştayı 2023” bugün başladı. Çalıştaya Türkiye’nin dört bir yanından 300’e yakın basın mensubunun yanı sıra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem, CHP Genel Başkan Yardımcısı Semra Dinçer, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, CHP İstanbul Milletvekili Yüksel Mansur Kılınç, eski CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, RTÜK üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser, CHP Muğla İl Başkanı Zekican Balcı, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Kıvanç El, Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Yılmaz Karaca, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi, Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Kenan Şener, Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Cem Kaytan, Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Başkan Yardımcısı Hüsniye Karakoyun katıldı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Çalıştay’da yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
Efendim hepinize merhabalar. Belki de Türkiye’nin en şirin yerlerinden birisindeyiz. Bir sorunlar yumağıyla da aynı zamanda karşı karşıyayız. Doğanın güzelliğiyle sorunlar bizi bir araya getirdi. Doğanın güzelliğine bakıyoruz, denize bakıyoruz, yeşilliklere bakıyoruz. Yanan yerlere de kısmen de olsa bakıyoruz içimiz burkularak ama oranın ağır ağır yeşermesi de, o dağların yeşermesi de bizim bir anlamda umutlarımızı da yeşertmiş oluyor.
Bu güzel toplantı geleneksel bir toplantı haline geldi, üçüncüsünü yapıyoruz. Bu bağlamda toplantıya katkı veren başta Marmaris Belediye Başkanımız olmak üzere onlara, arkadaşlarına ve Atilla Bey tabi duayen bir gazeteci, bazı arkadaşlarınızın üstadı, arkadaşlarınız da onun üstadı... Dolayısıyla medyanın kendi içindeki disipline karışmak benim hakkım değil ama dolayısıyla da Atilla Bey’in de büyük emekleri var.
Şimdi değerli arkadaşlarım, dün Can Atalay’ı ziyaret ettim, Osman Kavala’yı, Tayfun Kahraman’ı, Çiğdem Mater’i, Mine Özerden’i ziyaret ettim. Onları dinledim. Eğer adalet diye bir kavramı hepimiz içselleştirirsek, haksızlığa uğrayan kişinin kimliğine, inancına ve yaşam tarzına bakmadan onu bir insan olarak görerek evet haklı bir mücadele veriyorsa hakkın ve haklının yanında durduğumuz sürece, bana göre medya görevini büyük ölçüde yapmış olur. İnsanların düşüncelerini açıklamaları nedeniyle tutuklanmaları, gözaltına alınmaları 21.yüzyılın Türkiye’sine yakışmıyor. Zaman zaman toplantılarda söylerim; aslında bizim aykırı fikirlere ihtiyacımız var, çünkü düşünemediğimiz, bilmediğimiz konuları aykırı bir düşünce, farklı bir gözlem bizim ufkumuzu açabilir. Ve şu örneği veririm genelde, Newton örneğini veririm. Elma ağacının altına yatan Newton… Başına elma düşer ama dünyanın en aykırı sorusunu sorar, ‘bu elma niye yukarıya doğru gitmedi?’ diye. Dolayısıyla yer çekim kanununu bulur. Oysa dünya kurulalı elma hep yere düşmüştür.
Dolayısıyla aykırı düşüncelerden korkmamak, çekinmemek gerekiyor. Özellikle siyaset kurumunun bu konuda son derece dikkatli olması gerekir. Ama bizde maalesef farklı düşündü diye insanların süründüğünü, farklı yazdı diye gazetecilerin hapse atıldığını, tutuklandığını, gözaltına alındığını bunların hepsini yaşıyoruz ve üzülerek ifade ediyorum 21.yüzyılın Türkiye’sinde yaşıyoruz. Arkada Gazi Mustafa Kemal’imiz var, elinde gazetesi, “Basın milletin müşterek sesidir” diyor. Acaba basın gerçekten bugün milletin müşterek sesi konumunda mı? Bunu da bütün medya mensuplarının aslında sorgulaması lazım.
Marmaris Belediye Başkanımız, “Özgürce yazı yazın, bizim de ihtiyacımız var” dedi. Doğrudur. Bir siyasetçinin en çok ihtiyaç duyduğu sağlıklı eleştiri… Sağlıklı eleştiriye siyasetçi ihtiyaç duyar. Çünkü siyasetçi bazen çalışma koşulları içinde, yoğun ortamda yaptığı hataları fark edemeyebilir. Ama bunu medya mensupları otururlar eleştirirler, dolayısıyla biz de o eleştirilerden kısmen de olsa ders çıkarmaya çalışırız.
Değerli arkadaşlarım, konuşmama başlarken bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya olduğumuzu da ifade etmiştim. Demokrasinin temel kurumları vardır; güçler ayrılığı ilkesi diyoruz, yasama, yargı, yürütme. Gelişmiş demokrasilerde dördüncü bir ayak vardır, o da medya. Yasama, yargı, yürütme ve medya. Dolayısıyla medya demokrasinin ana aktörlerinden birisi olarak yargı gibi, yasama gibi, yürütme gibi bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bizde ise yasama, yargı ve yürütmenin ne halde olduğunu ben anlatmayayım, siz çok daha bilirsiniz. Ama medyanın içinde bulunduğu pozisyon da pek iç açıcı değil. Hepimizin bu sorunu çözmek için düşünmesi lazım. Elbette ki farklı siyasi görüşlerimiz olabilir. Ama ortaklaşacağımız konular olmalı. Öyle bir noktaya geldik ki, ortaklaşamıyoruz bir türlü. Demokrasi konusunda ortaklaşmalıyız. İnsan hakları konusunda ortaklaşmalıyız. Adalet konusunda ortaklaşmalıyız. Yolsuzluklar bir ulusal spor haline geldi. Yolsuzluk yapanların el üstünde taşındığı bir sürece doğru Türkiye sürüklendi. Yolsuzluktan mı söz ediyorsunuz? Canım başka konumu bulamadın diyorlar. Hangi alana Türkiye’nin sürüklendiğini hepimizin oturup düşünmesi lazım. Çünkü sadece benim sorumluluğum yok, hepimizin sorumluluğu var. Özellikle medyanın sorumluluğu, belki benden de fazla. Ve biz eğer ortaklaştığımız konuları büyütürsek ve o konular üzerinde ortak payda üzerinde düşüncelerimizi açıklarsak siyaset kurumunun yanlışlarını veya bundan sonra yapacakları yanlışları; siyasetçinin daha dikkatli adımlar atmasını, daha dikkatli konuşmasını sağlamış oluruz. Bu görev demokrasilerde medyaya düşüyor. Yasama organına düşmez zaten, ayrı. Yürütme organına da düşmez, o da ayrı. Yargı organına da düşmez. Ama medya üçünü de denetleyen; yasamayı, yargıyı ve yürütmeyi de denetleyen, haksızlıkları dile getiren, geniş kitlelere duyuran bir organ. O açıdan medyanın demokrasilerde önemi çok fazla.
Efendim bizim Anayasamız var. Geçen gün ifade etmiştim gene de ifade edeyim. Diyor ki Anayasamız “Basın hürdür, sansür edilemez.” 21. yüzyılın Türkiye’sinde gerçekten böyle mi? Ve daha da ileri gidiyor Anayasa. “Basım evi kurma, izin alma ve mali teminat yatırma şartlarına bağlanamaz” diyor. Yani basım evi kuracaksanız, bir yerden izin almanıza dahi gerek de yok diyor, Anayasa. O kadar ciddi bir güvenceyi sağlamış medyaya. “Devlet basım ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” Yani özgürlükleri sınırlayacak tedbirler varsa devlet o özgürlükleri sınırlayacak alanları kapatır, özgürlük alanlarını büyütür. Anayasa öyle diyor, büyütmek zorundadır diyor. Kaçımız Anayasanın bu gereğini yeri geldiğinde haykırıyoruz. Haksızlığa uğradığımızda Anayasanın bu maddesini bir şekliyle dillendiriyoruz. Yapmıyoruz arkadaşlar, yapmıyoruz…
Ve başka bir olay daha. Ekonomik kriz var, arkadaşlar da söylediler. Büyük sorunlar yaşanıyor, söylediler. Özellikle yerel medyanın bu konuda ne kadar büyük sorunlarla karşılaştığını her gittiğim yerde konuştuğumda bana bunları aktarıyorlar, ‘büyük sorunlar var’ diyorlar. Ama geldiğimiz noktada da tasarruf yapıla yapıla iki alanda tasarruf yapıldı, ciddi tasarruf yapıldı. Bir; çocukların bir öğün yemeğini kestiler. İkincisi de; sizinle ilgili tasarruf genelgesi çıkardılar. Onu da okuyayım tasarruf genelgesini. Çıkardım gerçekten böyle mi diye. Evet gerçekten öyle. “Kamu kurum kuruşlarının basını izlemeyle ilgili birimleri ve kütüphane dokümantasyon merkezleri hariç hiçbir şekilde günlük gazete alımı yapılmayacak. Görev alanı ile ilgili olmayan yayınlara abone olunmayacak.” Ya bula bula koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yani günlük gazetece almayacaksınız diye tasarruf genelgesi mi çıkarılır? Tam, utanılacak bir tablo. Tam tersine belediye başkanı o gazeteyi almalı, görmeli. Benimle ilgili bir eleştiri var mıdır, yok mudur diye. Belediye çalışanları görmeli. Vatandaş belediyeye gelecek, birisiyle muhatap olmadan önce belki bir yerde oturacak. Kendisini çağıracaklar. Oturduğu yerde yerel gazeteler olsa, alıp gazetelere baksa, orada yayınlanan dergiler olsa, alıp dergilere baksa ayıp mı olur? Bunun neresi tasarruf! Hani olur da 100 bin lira - 500 bin lira falan para harcarsınız günlük, aman bunu yapmayın dersiniz, ben bunu anlarım. Zaten gazetenin fiyatı ne zaten arkadaşlar? Nedir yani bunun fiyatı? Medyaya düşman olan bir siyasal iktidarı desteklemeyin arkadaşlar. Hangi görüşten olursanız olun, sonunda çekilen sizin ipiniz oluyor. Medyaya düşmanlık olur mu? Dünyanın her tarafında medya özgürce yayın yapar. Bütün siyasal aktörler onlara saygı duyarlar. Siz ne kadar kapanırsanız, ne kadar azalırsanız, baskıcı bir yönetim o kadar memnun olur, çünkü kendisini eleştirecek hiç kimse kalmaz.
Değerli arkadaşlarım, başka bir konuya geçeyim. Basını disipline etmek veya ortak paydalar oluşturmak için de kurumlar oluşturulmuş. Basın İlan Kurumu bunlardan birisidir, RTÜK bunlardan birisidir. Basın İlan Kurumu çok eski bir kurum aslında. Medyayı aynı zamanda destekleme özelliği olan bir kurum. Fakat bunlar da infaz kurumuna dönüştü. RTÜK de infaz kurumuna dönüştü. Vay beğenmiyor musun, benim istediğim yayını mı yapmadın, beni mi eleştirdin? İlanlarını kesiyorum diyor. Mahkemeye gidersiniz, 20 yıl davalar devam eder. Yargının hali zaten içler acısı. Hele bir de telefon gelirse, derhal karar verirler, medya haksızdır diye karar da çıkar. Geldiğimiz atmosfer, yaşadığımız atmosfer iç açıcı bir atmosfer değil. Eğer Basın İlan Kurumu gerçekten de medyaya destek verecekse, buranın siyasal tasalluttan kurtulması lazım. Sizin aranızda duayen gazeteciler var. Sadece sizin değil bütün toplumun saygı duyduğu duayen gazeteciler var. O gazeteciler neden Basın İlan Kurumunun yönetiminde görev almazlar ve onlar neden ağırlıklı olarak yönetimde söz sahibi olmazlar. Onlar oldukları takdirde, siyasal baskının azaldığını göreceksiniz. Bunun mücadelesini verin. Ben veriyorum, bizim partimiz de veriyor. Ama sonuçta parlamentodaki sayısal çoğunluğa baktığınız zaman düşündüklerimizi gerçekleştiremiyoruz.
Yine Radyo Televizyon Üst Kurumu... Bakıyor sadece, iktidar yanlısı değil misin, objektif yayın mı yapıyorsun, iktidarı mı eleştiriyorsun, burnundan getireceğim diyor. Ceza üstüne ceza yazacağım diyor. Öbür taraf? Herhangi bir sorun yok, onlara her türlü destek var. İstedikleri gibi yayın yapabilirler, istedikleri gibi yalan haber de üretebilirler. Kimse oraya dokunmuyor. Hayatımda -ki bunun 27,5 yılı medyada geçti- bu kadar bölünen, bu kadar ayrışan ve bu kadar birbirine düşmanlaşan bir medya yapısı hiç görmedim. İlk kez tanık oluyorum. Oysa tam tersi bir atmosferin olması lazımdı, bir uyumun olması gerekirdi, etik değerlerin olması gerekirdi ve bu çerçevede işlerin yürümesi, yürütülmesi gerekirdi.
Tirajlar… Yazıyor; 300 bin tirajımız var, 400 bin tirajımız var, 150 bin tirajımız var. Hepsi hikâye. Basın İlan Kurumu soyuluyor. Söyledim, objektif bir şey yapın. Tirajı alın, illa büyük tiraj şart değil. Gerçek tirajlar çıksın, gerçek tirajlar üzerine de yardım edin. İlan verecekseniz o ilanları o çerçevede verin. Reyting için de ayı şeyi yapın. Objektif olmalı, yani kamuoyu, yani vicdan sahibi insanlar saygı duymalı bu sürece. Fakat süreç yanlış gittiği için medya ile halk arasındaki ilişkilerde de büyük bir güven erozyonu ortaya çıkıyor. Bu güven erozyonunun bir şekliyle kapatılması lazım.
Efendim başka bir konuya daha geçeyim. Doğru haberlere erişim yasağı. Bu da hiç olmazdı. Bu da yeni olmaya başladı. Haber yapıyorsunuz, haber doğru. İktidar kanadını eleştiriyorsunuz, bakanı eleştiriyorsunuz. Herhangi bir bakana yakın veya iktidara yakın bir iş dünyasından birisini eleştiriyorsunuz, haksızlığını yazıyorsunuz. Gidiyor mahkemeye, mahkemeden istediği kararı çıkarıyor ve o habere erişim yasağı geliyor. Yani yargı kararıyla yolsuzlukların üstü örtülüyor, yargı kararıyla haksızlıkları bir şekliyle geniş kitlelerin duymasına engel olunuyor. Bu çerçeve var. Buradan da bizim kurtulmamız gerekiyor. Nasıl yapacağız? Beraber mücadele ederek. Dediğim gibi medya mensubu olmak illa ben A Partisi, B partisi değil; ilkelerim varsa, etik değerlerim varsa, etik değerlere aykırı olarak ne yapılıyorsa ona karşı mücadele etmeliyiz. O zaman güçlü olursunuz. Parçalanan bir medya iktidarların işine gelir. Çünkü parçaladığınız zaman bölersiniz, ondan sonra istediğiniz gibi yönetirsiniz. Türkiye’de bugün yaşadığımız dram gerçek anlamda budur.
Kamu ilanları… Bakıyorsunuz belli gazetelere kamu bankalarının ilanları var, tam sayfa. Belli gazetelere ise hiç verilmiyor. Benim vergimle yani sizlerin vergileriyle o kamu kurumları ayakta. Orada çalışanların aylıklarını da bizler ödüyoruz. Hep beraber 85 milyon ödüyoruz. Nasıl oluyor da kamu bankası sadece ve sadece belli televizyon kanallarını ve belli gazeteleri destekler? Diğerleri gazete değil mi, televizyon değil mi, yayın kuruluşları değil mi, internet siteleri değil mi? Hayır, bir taraf otomatikman cezalandırılır, asla ilan verilmez; öbür tarafa istedikleri kadar ilan, istedikleri kadar para verilir. Ben itiraz ediyorum, sizin de itiraz etmeniz lazım. Biz itirazla sadece kalmadık. Kamu Denetçiliği Kurumuna da başvurduk. Burada bir yanlışlık var. Kamu Denetçiliğini de çıkardım. Diyor ki, “Bu kanunun amacı, kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikayet mekanizması oluşturmak suretiyle idarenin her türlü eylem ve işlemleriyle tutum ve davranışlarını insan haklarına dayalı, adalet anlayışı içinde hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek.” Başvurduk, dedik ki; bu bankalar, kamu bankaları sadece belli televizyon kanallarına, sadece belli gazetelere, sadece belli internet sitelerine ilan veriyorlar. Reytingine bakın, objektif bir şekilde reytingine verin. Tirajına bakın, ona göre verin. Objektif olun diye Kamu Denetçiliği Kurumuna şikayette bulunduk. Burada bir haksızlık var dedik. Sizler yapmadınız, biz yaptık. Siyaseten yaptık. Doğru olanı yaptık. Kamu Denetçiliği Kurumu “Bu bizim alanımıza girmiyor” dedi. O zaman senin fonksiyonun ne? Senin alanına bu konu girmiyorsa ve sen girmekten korkuyorsan maaş almak için mi siz oraya oturdunuz? Ballı maaşlar almak için mi oturdunuz? Evet, ballı maaşlar almak için oturdular. Acaba saray bize kızar mı, saray bizi eleştirir mi, beni görevden alırlar mı? Haksızlık üzerine koltuğa oturuyorsanız sizde adalet anlayışı sıfırlanmış demektir. Yasanın bu açık hükmüne rağmen kamu bankaları sadece belli televizyon kanallarına, belli internet sitelerine, belli gazetelere sadece ilan veriyorsa ve diğerlerini hiç görmüyorsa ve kamu benden vergi alıyorsa ve vergiyi adaletsiz kullanıyorsa ben de itiraz edeceğim, siz de itiraz edeceksiniz. Etmiyorsunuz arkadaşlar. Veya ediyorsunuz da ben duymuyorum. Veya ediyorsunuz da sesiniz gür çıkmıyor. Burada ciddi bir sorunumuz var.
Kamu yayıncılığı, o da var. “TRT, kamu yayıncılığını tarafsızlık ilkesine göre yapar” diyor. Allah aşkına yahu, vicdan sahibi olan her gazeteciye soruyorum, TRT gerçekten tarafsız yayın yapıyor mu? Onu da şikâyet ettik. Mahkemeler ne kadar sürecek, belki 20 yıl sürecek. Alıyorlar, bir köşeye atıyorlar. Acaba lehe bir karar verirsek, başımız belaya girer mi? Korkuyorlar, korkunun egemen olduğu bir düzende demokrasi olmaz. Korkunun egemen olduğu bir iklimde düşünceyi ifade özgürlüğü olmaz. TRT böyle bir kuruluş. Salı toplantıları olur malum; Televizyon kanallarının bazıları verir, bazıları vermez. TRT’nin objektif yayın yapması lazım. İktidar partisini tam verir. Eyvallah. Ondan sonra gelen, parlamentoda en çok milletvekili olan, ona da belli bir süre verir. Birisine 1 saat verir, diğerine 15 dakika verir, 25 dakika verir, 20 dakika. Kuralı neyse objektif bir kural koyar. Ondan sonra gelene biraz daha düşük bir zaman dilimi ayırabilir. Ama arkadaşlar ana muhalefet partisine, bizden çok daha küçük olan bir partiye diyelim ki ana muhalefet partisine 10 dakika, onlara 10 saat. Hangi adalet? Ve benden aldığı vergilerle yayın yapıyor. Haksızlığın ulaştığı boyutlara bakın.
Başka bir konu sendikalaşma. Ben özellikle büyük kentlerde oluşan, yaygın medya gruplarında yani Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük medya gruplarında çalışanların haklarının ve hukuklarının korunmasından yanayım ve onların sendikalaşmasından yanayım. Sendika olmalı. Sendika olmalı ki haberi yazan, patronun baskısında kalmamalı. Beni destekleyen sendikadır diyecek. Benim yazdığım haber doğrudur, patron ne derse desin ben bu haberimin arkasındayım diyecek. Eğer medya mensubu arkadaşımız bir baskı altında haberini değiştirir veya kullanamazsa o zaman ortada ciddi bir sorunumuz var demektir. Bunun yolu ya etik değerleri çok güçlü olan bir medya yapılanması, ya da sendikalaşma. Bu iki kuralı bir arada değerlendirmek zorundayız değerli arkadaşlar.
Başka bir konuya daha geçeyim. Televizyonlarda görürsünüz, ücretsiz kamu spotları yayınlanır. Niye ücretsiz? Kamu spotu yayınlıyorsanız, parasını vereceksiniz kardeşim. Yani ben televizyon kanalını sen bedava yayın yap diye mi kurdum? Sen bana hangi katkıda bulunuyorsun? Bunun da mücadelesini vermek zorundasınız, burada da büyük bir haksızlık var. Çıkarsın Cumhurbaşkanı olarak, bakan olarak, genel müdür olarak, eğer bir konu varsa açıklama yaparsın, zaten o açıklamayı televizyonlar yayınlıyorlar zaten. Ama kalkıp da kamu spotçuluğu adı altında reklam yaparsınız ve bunun da parasını ödemezsiniz. Bunu yapmak zorundasınız, niye yapmak zorundasınız, hangi gerekçeyle yapmak zorundasınız? Bunun da kalkması lazım.
Sağlıklı bir doğrulama ve teyit mekanizmasına da medya dünyasının ihtiyacı var. Gerçi, bir internet sitesi var bu konuda çalışan ama ben gazetecilerin, televizyoncuların, yani medya mensuplarının bir araya gelip bir sağlıklı doğrulama merkezi, haberi doğrulama merkezi oluşturmalarını çok isterim. Bu aynı zamanda etik değerler için de son derece değerli. Baskı karşısında haberin kaldırılmasına hemen o kurul toplanmalı ya da heyet toplanmalı bu haberin doğru olduğunu kamuoyuna duyurabilmeli. Belgelerine bakabilmeli ve duyurabilmeli. Böyle bir teyit mekanizmasına Türkiye’nin ihtiyacı var. Bu olduğu takdirde bir gazetede çıkan ve doğru olan haber dolayısıyla baskı altında kalan gazeteye büyük bir destek olacak. Çünkü haberi doğrulayan mekanizma birden fazla gazeteciden oluşmuştur. Dolayısıyla onlar bu haberin doğru olduğunu kamuoyuna duyururlar, belgelere bakarlar, olaylara bakarlar ve dolayısıyla gazeteyi, gazeteciyi korumuş olurlar.
Başka bir şey daha. Belediye başkanlarımız da burada… Belediye meclisleri karar alır. Aldığı kararlar neden yerel gazetelerde ilan edilmez? Bir engel mi var? Engel yok. İlan edilmesi lazım. Varsa orada bir şey, ben karar aldım. Ne için karar alıyorsunuz? Belde halkı için alıyorum, belde halkı için karar alıyorum ama belde halkının haberi yok. Yayınlanmalı. Bunun da yasal güvencesi sağlanmalı. Belediye meclis kararları yayınlanır, belediye meclisinin hangi kararları aldığını belde halkı medya aracılığıyla denetlemiş olur. Bu da olmalı. Bu aynı zamanda yerel medyanın belli bir geliri elde etmelerine de ortam sağlar. İki türlü yararı oluyor bunun; bir halkın bilgilenmesi, iki yerel medyanın korunması açısından.
Basın kartı. İletişim Başkanlığı size basın kartı veriyor. Ne işi var İletişim Başkanlığının Allah aşkına, ne işi var yani? İletişim Başkanlığının internet sitesine de baktım, sadece ve sadece iktidar kanadının propagandasını yapan bir kurum. Sahte videolar hazırlayan bir kurum. İletişim Başkanlığı o. Yani gerçek anlamda bir kamu kurumu değil. Öyle bir fonksiyonu da yok zaten. Yasası farklı ama uygulaması farklı. Dolayısıyla basın kartını verecek olan basın mensupları olmalı. Sizlerde dünya kadar toplumun her kesiminin saygı duyduğu az önce ifade ettim üstatlarınız var. Bunlar da olsun, kamu da olsun ama çoğunluk medya mensuplarından olsun. Kimin gazeteci olup olmadığına kamu nasıl karar verecek? Bana gelip söyleseniz efendim basın kartlarını siz dağıtacaksınız. Ben nereden bileceğim kim gazeteci, kim değil. Bunu en iyi siz bilirsiniz. Gazetecilik niteliğine sahip mi, etik değerlere bağlı mı? Hangi koşullarda biz bu basın kartını vereceğiz. Sizin bunu belirlemeniz lazım. O çerçevede sizin çalışmanız lazım. Dolayısıyla basın kartını kamu vermemeli, kamunun da içinde olduğu ama ağırlığın medya mensuplarının oluşturduğu bir kurul tarafından basın kartı verilmeli. Efendim ben sana basın kartını veriyorum şuraya giremezsin, basın kartını veriyorum şunu yapamazsın. Yahu ben gazeteciyim; bana sınırları koyacak olan benim etik değerlerim, senin bağırman, çağırman veya koyduğun kurallar beni bağlamamalı, gazeteciyi bağlamamalı. Gazeteci kamunun koyduğu kurallar içinde çalışamaz, özgürce çalışmak zorundadır. O nedenle biz medya özgürlüğü, gazetecinin özgürlüğü diye ifade ediyoruz. Özgürlüğü sınırladığınız andan itibaren medya medya olmaktan çıkar.
Medya etiği… Biraz da ben şikâyet edeyim. Belki de Genel Başkanlar içinde en sert ve en acımazsız eleştirilen benim. Bunu biliyorum zaten. Eleştiriden hiçbir zaman çekinmedim. Bütün eleştirilere saygı duydum. Ama yalan haber, hayır doğru değil. Sırf eleştireceğim diye hakaret asla doğru değil. Bazen bir cümle kullanırsınız, zaten o yapacağınız bütün eleştirilerin odak noktası olur. Bu konuda da medya mensuplarının etik değerlere uyması lazım. Kaldı ki etik değerler artık Türkiye’de medya mensuplarının değil, dünyada bütün basın mensuplarının kabul ettiği ilkeler var, o ilkeler çerçevesinde hareket edilmesi lazım. Etik değerlere uymayan gazetecilerin mahkemeye gitmeleri, soruşturma açılmaları değil. Medya mensuplarını yine az önce söylediğim kurul, etik değerlere uymayan basın mensuplarını uyarabilmeli, yanlış yapıyorsunuz diyebilmeli. Yani kendi içinde kendi oluşturduğu mekanizmalarla sağlıklı bir yapıyı medya oluşturabilmeli. Kaldı ki, evrensel standartlar var. Bu evrensel standartlara da uymak zorundadır. Yıllarca önce Karun Hazinelerinin Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili olarak Özgen Acar’ın bir yazısı vardı. Yazıda yanlış hatırlamıyorsam bir yabancı gazete kendisinden bir makale istiyor, bana da bir makale gönderebilir misiniz Karun Hazineleriyle ilgili olarak diye. Bu da gönderiyor ve “Türkiye’nin bir numaralı tarihi eser kaçakçısı” diye bir cümlesi var. Yabancı gazete diyor ki, bu kişinin bir numaralı tarihi eser kaçakçısı olduğuna dair mahkeme kararı var mı diyor? Yok diyor böyle bir mahkeme kararı bizde. Biz bunu yayınlayamayız çünkü yayınladığımızda, öyle bir numaralı tarihi eser kaçakçısı diye suçladığımızda, biz dünyanın tazminatını öderiz. Bunu değiştirin diyor. Onun yerine Türkiye’nin en önemli tarihi eser kaçakçısı diye yazınca tamam diyorlar, çünkü Karun Hazinelerini kaçırmak başlı başına önemli bir şeydir.
Şimdi bakın, oradaki değerlere bakın, bizdeki değerlere bakın. Eğer devletin yapısında bir çürüme başlıyorsa yasamadan başlıyor, yürütmeden başlıyor, yargıdan başlıyor, medyadan başlıyor. Şu anda çok ciddi bir çürümeyle karşı karşıyayız. Ama umudumuz yasama, yargı, yürütmede değil, umudumuz medyada. Çürümeye karşı direnecek olan sizsiniz. Çürümeye karşı hamle yapacak olan sizsiniz. Siz söyleyeceksiniz, burada bir çürüme var diyeceksiniz. Kamu yönetiminde çürüme var diyeceksiniz. Yargıda çürüme var diyeceksiniz. Bugün öyle tablolarla karşılaşıyoruz ki parayı ödediğinde istediğin mahkeme kararını alabiliyorsun. Ama Anayasa ne diyor? “Yargı bağımsızdır” diyor. “Hiç kimse emir, talimat veremez” diyor. Ama hepimiz bunun tanığıyız. Çok sayıda uygulama var, çok sayıda. Paranız varsa bir gün bile hapishanede yatmıyorsunuz. Ama gariban birisiyseniz ensesinden tutulur, eliniz arkada kelepçelenir, götürülürsünüz.
Ben dün kadın cezaevinde iki arkadaşımızı ziyaret ederken yanlış hatırlamıyorsam 2,5 yıl haksız yere fazla yatan bir mahkum 2,5 yıl, sahipsiz, avukat tutamıyor. Derdini anlatacak ama 2,5 yıl boşu boşuna yatmış. Normalde ne olması lazım? Tazminat davası açması lazım, hakkını araması lazım. Tazminat davası açmak için de paranızın olması lazım.
Değerli arkadaşlarım, basın milletin ortak sesidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi kurduğunda çağdaş uygarlık düzeyini hedeflemiştir ve çağdaş uygarlık düzeyini aşmayı hedeflemiştir. Üniversiteleri bilgi üreten, devlet yönetiminde liyakatin olduğu, medyanın bütün haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı çıktığı ve bunu korkusuzca yazdığı, güçler ayrılığı ilkesinin tam oturduğu, yargıya kimsenin müdahale etmediği, haklı olanın sesinin çok daha yüksek çıkması için medyanın destek verdiği bir Türkiye özlemi vardı. Bu özlem şu anda bizim içimizde. Eminim ki medya mensubu olarak sizlerin de içinde. Bu mücadeleyi yapmak için illa A görüşü, illa B görüşünde olmak şart değil. Hangi görüşten olursak olalım, hangi kimlikten ve inançtan olursak olalım bu bir insanlık sorunu ve hepimizin ortak sorunu. Bu ortak sorunda, az önce ifade ettim, umut olan sizsiniz. Sizin kalemleriniz, sizin mürekkebiniz. Diyoruz ya “Âlimin mürekkebi şehidin kanından daha evladır ”diye. Dolayısıyla sizin kaleminiz güçlü olduğu sürece, özgür olduğu sürece, rahat yazdığı sürece, bütün baskılara direndiği sürece Türkiye kurtulur. Yani Türkiye’nin bu otoriter rejimden kurtulmasının yolu sizden geçiyor.
Umarım burada keyifli tartışmalar olur. Umarım burada güzel şeyler gerçekleşir. Ve bu geleneksel toplantıyı umarım bundan sonra da sürdürürüz. Ben tekrar toplantıyı düzenleyen arkadaşlarıma hepinizin huzurunda yürekten teşekkür ederim. Sizlere de şükran borçlu olduğumu ifade edeyim. Hepiniz sağ olun, var olun efendim.