CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu

Okunma Sayısı: 5970    |    Haber Tarihi: 11.10.2023

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-“Ekonomi artık dikiş tutmuyor. Kararlar alıyorlar, faizleri yükseltiyorlar, önce düşürdüler, sonra yükselttiler, faizler aldı başına gitti, dolar düşecekti; tam tersine Türk Lirası eridi, doların karşısında hiç bir önemi kalmadı, değeri kalmadı Türk Lirası'nın, kağıttan bir para oldu... En büyük banknotumuz olan 200 lirayla ancak 20 tane simit alabiliyorsunuz.”

-“Dünyada gıda fiyatları yüzde 10.7 düştü ama Türkiye'de yüzde 70.7 gıda fiyatlarında artış var. Yani dünyanın gidişiyle ters noktadayız.”

-"Emekliye sonunda dediler ki; ‘5 bin lira ikramiye vereceğiz ama çalışan emekliye vermeyeceğiz.’ Böylece ilk kez bizim tarihimizde emekliler de ayrımcılığa tabi tutuldu: Çalışan emekli-çalışmayan emekli... Şu soruyu sormuyorlar: Emekli niye çalışıyor? Hangi gerekçeyle çalışıyor? Yeteri kadar aylık vermiyorsun, bu adam perişan vaziyette. Nasıl olacak? Geçinemiyor, çalışacak... İkramiye vereceğim, çalışanı cezalandıran bir modeli inşa ettiler şimdi. Bu da bizim Cumhuriyet tarihinde bir ilktir.”

-“Ortadoğu'da yine silahlar patladı. Hak aramak ayrı bir şeydir. Gazze'de 2-2,5 milyon insan yaşar, Filistinli yaşar. Çok zor koşullarda yaşıyorlar; açlık var, sefalet var, gıda dışarıdan geliyor, yoksa aç kalacaklar... Filistin halkının haklı davasını savunmak elbette ki her demokratik ülkenin hakkıdır. Ama hiçbir haklı dava sivillerin öldürülmesine haklılık kazandırmaz. Artık bu sorunun 21'inci Yüzyılın dünyasında çözülmesi gerekiyor ve olayların büyümeden, siviller öldürülmeden, çocuklar öldürülmeden bu davanın bir şekliyle sonlanması gerekiyor.”

-“Şimdi önümüze bir tezkere gelecek. Elbette ki terörle mücadele konusunda verilecek her yetkiye biz evet deriz ama anlamadığım bir şey var: ‘Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması’ diyor. Birinci sorum Bahçeli'ye: Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereye evet diyeceğini söylüyorsun. Sana bir soru: Yabancı asker postallarının Türkiye Cumhuriyeti topraklarını çiğnenmesine evet diyor musun, demiyor musun? Bu kadar açık! Bahçeliye ikinci sorum: Bu yabancı askerler kimler? Amerikalılar mı, Ruslar mı, Japonlar mı, Yunanlar mı? Kim bunlar? Hangi askeri terörle mücadele için Türkiye'ye davet edeceksiniz?”

-“Öyle bir noktaya geldik ki; helikopterimiz düşürülür, yabancılardan duyarız; Akdeniz'de gemimiz basılır, yabancılardan duyarız; Karadeniz'e gemimiz basılır, yabancılardan duyarız, SİHA'mız düşürülür, onu da yabancılardan duyarız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiçbir zaman böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştı.”

-“Erdoğan'a ve Bahçeli'ye soruyorum: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yöneticileri yolsuzluk yaptığında haklarında soruşturma ve kovuşturma açılmayacaktır diye kanun teklifi gelirken, bu kanun teklifinden sizin haberiniz var mı? Yani siz buna evet dediniz mi başlangıçta teklif edilirken?”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Öncelikle bizleri televizyonları başında, radyoları başında, sosyal medya hesaplarında izleyen bütün yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kucak dolusu sevgiler, saygılar gönderiyoruz.

Ülkelerin tarihlerinde acı günler vardır, sevinçli günler vardır. Bizim tarihimizde, özellikle Cumhuriyet tarihimizde terörden büyük acılar çektiğimiz olaylar vardır. Terörün bir insanlık suçu olduğunu hayatımın her evresinde, gittiğim her yerde anlatmaya çalıştım. Kimden gelirse gelsin terör bir insanlık suçudur ve teröre karşı durmak ise vicdanı olan herkesin görevidir.

Bugün 10 Ekim Gar katliamının 8'inci yılı değerli arkadaşlar. Tarihimizde ilk kez bir terör eylemi dolayısıyla 103 vatandaşımız hayatını kaybetti; yaşlısı, genci, kadını erkeği 103 kişi hayatını kaybetti ve dolayısıyla bizim hem bu olayın takipçisi olmak hem de buna benzer olayların bir daha bu coğrafyada olmaması için çaba harcamak görevimizdir, insani olarak da görevimizdir. Bunları yapmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım; geçen hafta Can Atalay'ı, Osman Kavala'yı ve Tayfun Kahraman'ı Silivri'de ziyaret ettim. Ayrıca Çiğdem Mater ve Mine Özerden'i de Bakırköy Cezaevinde ziyaret ettim.

Değerli arkadaşlarım; devleti devlet yapan o devletin temel kurumlarıdır. Devletin temel kurumları üç ayak üzerine inşa edilir: Yasama, yargı ve yürütme. Çağdaş demokrasilerde buna bir dördüncü ayak daha eklenmiştir, o da medya. Medya aynı zamanda yasama, yargı ve yürütmenin aldığı kararları halk adına denetleyen bir kurumdur. Medya bu işlevini kaybettiği zaman yasama, yargı ve yürütmeyi bir şekliyle sağlıklı denetleyen bir organ kalmamış olur. Ama yasama, yargı ve yürütmenin bir elde toplanması, yani yürütme organının yasama organı üzerinde ve yargı organı üzerinde dominant olarak etkili olması, alacağınız kararları bana soracaksınız noktasına gelmesi, adaletin tecelli etmesinde büyük sorunların yaşanmasına yol açar. Az önce isimlerini saydığım ve şu anda hapishanede bulunan insanlar aslında haksız yere hapiste tutuluyorlar.

En dramatik olanı da Çiğdem Mater'in durumu; hakkında dava açıldığını duyunca yurt dışından geliyor. "Dava açıldı, herhangi bir sorun yok; geleceğim, savunmamı yapacağım, her hangi bir suçum yok" diye. Ama geldiğinde kaçar şüphesiyle tutuklanıp hapse konuyor. İşte adaletsizliği bundan daha iyi anlatan başka bir olay olamaz. Pek çok sorunla karşı karşıyayız. Adaletin çürüdüğünü, yasama organının, yani bugünkü parlamentonun bu çürümeye bir anlamda katkı verdiğini, yürütme organının ise bu çürümede ana aktör olduğunu artık hepimiz biliyoruz, bütün dünya biliyor aslında. Şimdi bunlara biraz daha ayrıntılı biraz sonra gireceğim değerli arkadaşlarım.

Barış Pehlivan'a da uğramak istedim ama kendisinin başka bir yere, Maltepe'ye nakledilmesi dolayısıyla görüşemedim. Bu vesileyle buradan sevgili Barış Pehlivan'a da kucak dolusu sevgilerimi, saygılarımı göndermek isterim.

Şu anda toplumun canını yakan bir sorun var; ekonomi. İster markete gidin, ister pazara gidin, ister bakkala gidin; nereye giderseniz alışveriş yaptığınızda canınızın yandığını görürsünüz. Arzu ettiğiniz bir şeyi alamamanın, özelikle çocukların arzu ettiği bir şeyi alamayan annenin dramını orada görürsünüz ve insanlar orada bütün bu dramı yaşarlar. Öyle bir noktaya geldi ki ekonomi artık dikiş tutmuyor. Kararlar alıyorlar, faizleri yükseltiyorlar, önce düşürdüler, sonra yükselttiler, faizler aldı başına gitti, dolar düşecekti; tam tersine Türk Lirası eridi, doların karşısında hiç bir önemi kalmadı, değeri kalmadı Türk Lirası'nın, kağıttan bir para oldu... En büyük banknotumuz olan 200 lirayla ancak 20 tane simit alabiliyorsunuz. Böyle bir noktaya geldik değerli arkadaşlarım.

Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, borç para buldu diye sevinen bir ülke haline geldi. Borç para buldu diye... Gidiyorsunuz Katar'a, gidiyorsunuz Körfez ülkelerine, gidiyorsunuz Amerika'ya, gidiyorsunuz İngiltere'ye acaba borç para bulabilir miyim diye. Gelmiyor, vermiyorlar, istikrar yok diyorlar sizde ve borç para bulamıyorlar, bulduklarında ise seviniyorlar. Türkiye'nin geldiği nokta bu açıdan ibret verici.

Belki şu olabilir, zaman zaman da söylenir iktidar kanadında "efendim bütün dünyada fiyatlar artıyor, bizde de artıyor" diye. Mesela dünyada gıda fiyatları yüzde 10.7 düştü ama Türkiye'de yüzde 70.7 gıda fiyatlarında artış var. Yani dünyanın gidişiyle ters noktadayız. Şeker pancarı fiyatları açıklandı. 2022'de tonu 1450 liraydı, yüzde 27 zam yaptılar, 1855 liraya çıktı. Karşılamıyor...

Değerli arkadaşlarım, bu süre içinde enflasyon yüzde 61.5 oldu, mazot 4 ayda yüzde 100 zamlandı, gübrenin fiyatı yüzde 200 zamlandı, pancar üreticisine ise sadece yüzde 27 verdiler. Türkiye 34 yıl sonra yurt dışından şeker ithal eden ülke konumuna geldi. Böyle giderse her şeyi artık dışarıdan alacağız. Böyle bir garip durumla karşı karşıyayız.

Pamuğun üretim maliyeti kilo başına 25 liranın üzerinde, öyle diyor üreticiler. 25 liranın üzerinde, verilen fiyat 20 lira. Yani pamuk ekmeğin diyorlar, pamuğu da dışarıdan getireceğiz. Buna benzer pek çok garip uygulamayla karşı karşıya kalıyoruz. Yani çiftçinin üretmediği, her şeyin dışarıdan geldiği, dışarıdan ithal edildiği bir ülke haline geleceğiz. Ama para yok, para içinde şimdilik dilenmeye iktidar kanadı devam ediyor.

Hayat pahalılığı yansıyınca, her eve yansıyınca üniversiteye, öğrencilere de yansımış oluyor. Dolayısıyla pek çok sorunu olan öğrencileri, mesela 21 yıldır barınma sorununu çözemediler. Oysa 1 yıl içinde Türkiye'de yurt sorunu çözmek mümkün. Çok basit bir olay ama yapmıyorlar. Çünkü öğrencilerin başka yerlere mahkum olmasını istiyorlar, aileler çocuklarını başka yerlere versin istiyorlar ama yurt sorununu çözemediler. Fahiş ev kiraları var, burayı da çözemiyor. Geçen yıl bir öğrencinin aylık masrafı -İstanbul için veriyorum rakamları- 5 bin 357 lirayken yüzde 134 artış oldu, şimdi 5 bin 357 liradan 12 bin 535 liraya yükselmiş durumda. Hangi aile bunu karşılayacak ve üniversiteye giden evladını aileler nasıl destekleyecek?

Market ve yemek için de yine ortalama gider geçen yıl 550 lirayken, bu yıl 2 bin 300 liraya çıkmış vaziyette. Doğal olarak üniversitede de kantinleri de zam geldi. Çünkü iktidar destek vermiyor. Gelen zammı öğrenciler protesto ediyorlar. Vay sen misin protesto eden? Onlar da bir şekliyle polis kardeşlerimizle yüz yüze geliyorlar veya güvenlik görevlileriyle yüz yüze geliyorlar.

Emekliler için artık bir şey söylemeyeceğim. Çünkü emeliler için söylediğimi hiç bir siyasi partinin genel başkanı söylememiştir. Ta en baştan beri Ramazan ve Kurban bayramlarında birer maaş alsınlar diye verdiği mücadele sonunda bir noktaya geldi. Şimdi yine ısrar ettik, ya emekliler geçinemiyorlar. Emekli derneğini ziyaret ettiğim zaman cebimden 200 lirayı çıkardım, bu 200 lirayla ancak siz 20 simit alabiliyorsunuz. 20 simit... En büyük banknot düşünebiliyor musunuz? 20 simit alabiliyorsunuz... Paranın değeri bu kadar düştü. Tabii kamuoyunun da desteği var sağ olsunlar, diğer kesimlerin de desteği var emekli geçinemiyor diye ve emekliye sonunda dediler ki: "5 bin lira ikramiye vereceğiz ama çalışan emekliye vermeyeceğiz." Böylece ilk kez bizim tarihimizde emekliler de ayrımcılığa tabi tutuldu: Çalışan emekli-çalışmayan emekli...

Şu soruyu sormuyorlar: Emekli niye çalışıyor? Hangi gerekçeyle çalışıyor? Yeteri kadar aylık vermiyorsun, bu adam perişan vaziyette. Nasıl olacak? Geçinemiyor, çalışacak... İkramiye vereceğim, çalışanı cezalandıran bir modeli inşa ettiler şimdi. Bu da bizim Cumhuriyet tarihinde bir ilktir değerli arkadaşlarım. 5 bin lirayı böyle çok büyük bir para olarak da kimse görmesin, ona da baktım. 5 bin lirayla ancak 500 tane simit alıyorsunuz, o kadar yani. Eğer kahveye gidip çay içeceksiniz 330 tane çay parası, başka da bir şey değil. Dolayısıyla bu ancak olsa olsa bir ay, bir buçuk ay idare eder, ondan sonra emekli yine eski pozisyonuna dönmüş olur.

Burada bir şey sormak isterim iktidar sahiplerine: Emekli ne demek? Onu bilmemiz lazım. Emekli genç yaştayken çalışan, alın teri döken, primini ödeyen, vergisini ödeyen, ülkenin kalkınmasına katkıda bulunan, yaşı yasalara göre uygun olduğunda da emekli olan, emekli olduğu zamanda insanca yaşayabileceği bir geliri elde etmeyi hak eden kişi demektir. Nerede olur? Almanya'da olur, Norveç'te olur, Güney Kore'de olur, Amerika'da olur... Dünyanın pek çok ülkesinde emekli böyledir; çalışır, üretir, alın teri döker, kazanır vergisini, sigorta primini öder, "ey devlet benim ödediğim sigorta primini çalıştır, emekli olduğumda da benim hak ettiğim aylığı bana ver" der. Ama emekli olduğu zaman emekli sefalet aylığına mahkum edilir. Bizim geldiğimiz nokta Türkiye de maalesef budur. Avrupa'da emekliler yaz tatillerini dünyanın değişik ülkelerinde geçirirler, bizdeki emeklilerin ise böyle bir şansı maalesef yoktur. Dul ve yetimlere ne verilecek onu bilmiyorum ama yetim bir kızın aldığı aylık 1875 lira, onun da bilinmesini isterim. İşin özeti, ekonomide diyorlardı ki: 2023'te Ay'a gideceğiz. Öyle bir noktaya geldi ki Ay'dan falan vazgeçtik, artık markete bile gidemiyoruz. Geldiğimiz nokta budur.

Ortadoğu'da yine silahlar patladı. Filistin Kurtuluş Örgütü, Yaser Arafat, 15 Kasım 1988'de Cezayir'de Filistin Devleti'nin kurulduğunu kamuoyuna açıkladı. Böylece Filistin devleti kurulmuş oldu. Bugün dünyada 138 devlet Filistin'i bir devlet olarak kabul ediyor, aynı zamanda Birleşmiş Milletler'de de gözlemci devlet olarak orada görevini bir şekliyle yerine getiriyor. Gazze ise İsrail çekildikten sonra Hamas'ın kontrolüne girdi. Hak aramak ayrı bir şeydir değerli arkadaşlarım. Gazze'de 2-2,5 milyon insan yaşar, Filistinli yaşar. Çok zor koşullarda yaşıyorlar; açlık var, sefalet var, gıda dışarıdan geliyor, yoksa aç kalacaklar... Bir sürü sorunları var ve dünyanın büyük bir kesimi bu sorunlara ilgisiz kaldı. Onun da altını özenle çizmek isterim.

Filistin halkının haklı davasını savunmak elbette ki her demokratik ülkenin hakkıdır. 1970'lerde yanlış hatırlamıyorsam devrimci gençler de Filistin Kurtuluş Örgütü'ne destek vermek için gittiler ve Filistin'de mücadele ettiler. Onların mezarlarının Filistin'de olduğunu hiç unutmadık. Onları da saygıyla anmak isteriz. Ama hiçbir haklı dava sivillerin öldürülmesine haklılık kazandırmaz. Sivillerin, kadınların, çocukların, yaşlıların öldürülmesi asla ve asla doğru değildir, sizin haklı davanızın üzerine gölge düşürür. Özelikle uluslararası kuruluşların bu konuda Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bu sorunun çözülmesi için çaba harcaması gerekir. Eğer bir sorun çözümsüzse genelde Filistin-İsrail örneği verilir. Artık bu sorunun 21'inci Yüzyılın dünyasında çözülmesi gerekiyor ve olayların büyümeden, siviller öldürülmeden, çocuklar öldürülmeden bu davanın bir şekliyle sonlanması gerekiyor.

Devlet olarak biz öteden beri bütün komşularımızla iyi ilişkiler kurardık. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediği temel nokta da budur; bütün komşularla iyi ilişkiler kurun, içişlerine sakın karışmayın diye. Yine onun sözlerinden ifade edeyim: "Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin." Bugüne kadar hep geliştirmeye çalıştık, AK Parti iktidarına kadar. "Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın, onların iç işlerine müdahale etmeyin" der. Fakat biz gittik başta Mısır, sonra Suriye... Üstelik Mısır'la bizim sınır ilişkimiz de yok, kavgalar ettik. Şimdi Suriye'ye de yalvarıyoruz ne olursun gelin bizimle barışın diye, Mısır'a da yalvarıyoruz gelin barışın bizimle diye. Türkiye bu pozisyona niçin geldi? Neden Türkiye bu pozisyona sürüklendi? Bunun da bütün vatandaşlarım tarafından sorgulanmasını isterim.

Önümüzde bir tezkere var, terörle mücadele edeceğiz diyorlar. Hiçbir zaman terörle mücadelenin karşısında olmadık, tam tersine terör nereden kimden gelirse gelsin her türlü mücadeleyi yapın dedik. Bu kadar açık, bu kadar açık... Sınır ötesi operasyon; zaten uluslararası hukuk bana o yetkiyi veriyor. Terör varsa giderim, vururum; bitti, o kadar...

Şimdi önümüze bir tezkere getiriyorlar, gelecek. Elbette ki terörle mücadele konusunda verilecek her yetkiye biz evet deriz ama anlamadığım bir şey var: "Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması" diyor. Bir daha ifade edeyim. Tezkerede Cumhurbaşkanı isterse yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye'ye davet edecek.

Birinci sorum Bahçeli'ye: Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereye evet diyeceğini söylüyorsun. Sana bir soru: Yabancı asker postallarının Türkiye Cumhuriyeti topraklarını çiğnenmesine evet diyor musun, demiyor musun? Bu kadar açık! Milliyetçiyim diyorsun. Bu kardeşiniz de milliyetçi, 6 okumuzdan birisi de milliyetçilik. Asla ve asla yabancı bir askerin Türkiye'ye gelmesini istemiyorum!

Bahçeliye ikinci sorum: Bu yabancı askerler kimler? Amerikalılar mı, Ruslar mı, Japonlar mı, Yunanlar mı? Kim bunlar? Hangi askeri terörle mücadele için Türkiye'ye davet edeceksiniz? Ya bu ülkede terörle mücadeleyi Türk Silahlı Kuvvetleri verdi, polislerimiz verdi. Binlerce şehidimiz var, bir tane yabancı asker bile gelmedi. Şimdi beyler: "Terörle mücadele edeceğiz, yabancı askerleri davet edeceğiz." Kim bu yabancı askerler, kim?

Öyle bir noktaya geldik ki; helikopterimiz düşürülür, yabancılardan duyarız; Akdeniz'de gemimiz basılır, yabancılardan duyarız; Karadeniz'e gemimiz basılır, yabancılardan duyarız, SİHA'mız düşürülür, onu da yabancılardan duyarız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiçbir zaman böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştı. Onlar önce açıklıyorlar, biz duyuyoruz, sonra bunlar utangaç cevaplar veriyorlar. "Efendim bilmem ne oldu da, şöyle oldu da, böyle oldu da..." Ne demek ya? Ne demek bu? Gemin basılacak, gıkın bile çıkmayacak... Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu duruma hiç düşmemişti. Şimdi terör dolayısıyla tarihimize baktığımızda binlerce şehit vermişiz; Suriye'de vermişiz, Irak'ta vermişiz, Libya'da vermişiz, kendi ülkemizde vermişiz... Bir tek yabancı asker istemeden şimdi beyler diyorlar ki: "Yabancı askerleri Türkiye'ye davet edeceğiz terörle mücadele için." Kim bu yabancı askerler, kim? Ben ve bütün Cumhuriyet Halk Partililer, artı bütün vatanseverler, ülkesini ve bayrağını sevenler bir tek yabancı askerin Türk topraklarına postalarının değmesini asla istemiyoruz. Bana soruyorlar: Tezkereye niye hayır diyeceksin? Yabancı asker istiyorsan evet de; hayır diyorsan, milliyetçiyim diyorsan sen de hayır diyeceksin!

Bakınız 1937’den bir örnek vereceğim; o onurlu, o gururlu, o saygınlığı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinden, devletinin tarihinden bir örnek vereceğim. 1937 yılında İran'da Sadabat Paktı kurulur Sadabat Oteli'nde. Orada İran'la Irak da var. Son görüşmede derler ki: Acaba bir şeyi daha dillendirebilir miyiz? Türk delege biraz işkillenir; ya acaba bir şey mi olacak şimdi, tam paktı bozacak bir şey? Söyledikleri şu: İran'la Irak arasında sınır anlaşmazlığı olursa Türkiye hakem olsun. 1937 yılının onurlu Türkiye'sine bakın. İran'la Irak arasında sınır savaşı olursa, uyuşmazlığı olursa Türkiye hakem olsun. Bugün bizim hakemliği bizi kim kabul ediyor? Sen başka devletlerin iç işlerine karışırsan, birilerinin Ortadoğu'daki taşeronluğunu yaparsan, "Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanıyım" diye afra tafra atıp sonra ondan vazgeçersen ve Türkiye'yi Ortadoğu coğrafyasında ateşe sürüklerken ne olacak şimdi?

Suriye'de askerlerimiz şehit edildi değil mi? Vuran Rusya'ydı değil mi? Rusya'nın özür dilemesi lazım değil mi, sizin askerleri vurduk demesi?.. Yanlış hatırlamıyorsam 33 veya 34 askerimiz şehit oldu. Erdoğan soluğu nerede aldı? Putin'in kapısında. Ya şehit olan bizim askerimiz ya, şehit olan bizim askerimiz; eğer özür dilemesi gereken birisi varsa onlar da onlar. Hem şehidimiz var, 33 askerimiz şehit olmuş, gidiyoruz kapılarına bir de kronometreyi açıp kapıda bekletiyorlar seni bütün dünya seyretsin diye. Şimdi bunlar kalkmışlar bizim milliyetçiliğimizi sorguluyorlar. Ya siz milliyetçiliğin M'sini dahi bilmezsiniz! Milliyetçilik diyorsanız, Gazi Mustafa Kemal'in kurduğu bir partinin milliyetçiliğini kimse sorgulayamaz. Sen milliyetçiyim diye geziyorsan, sorgulayamazsın; milliyetçiliği arıyorsan Kıbrıs'ın Beşparmak Dağlarına bakarsın!

Bakın gene milliyetçilikten söz edeyim. Akkuyu Nükleer Santrali kimin malı? Rusların. Hangi topraklarda yapılıyor? Bizim topraklarda. Limanı verdik mi? Limanı verdik. Yöneticisi ne diyor? CEO'su ve Yönetim Kurulu Başkanı şunu açıklıyor: "Biz başka bir devletin topraklarında, yani Türkiye'de bu santrali kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya'ya aittir. Bu başka bir ülkenin topraklarında bulunan kendi santralimizdir" diyor.

Limana geleyim; onu da yine bir Rus yönetici şöyle açıklıyor: "Burası bizim limanımız." Mersin'de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ait olan yerde burası bizim limanımız diyor. Burası tam organize bir gümrük bölgesi, kargoların gümrük işlemleri burada yapılıyor. Buraya sadece Rusya Federasyonu'ndan değil, dünyanın farklı ülkelerinden de gemiler alıyoruz. Yap-işlet-sahip ol modeli; yapıyor, işletiyor, burası bana aittir diyor. Model bu... Garanti vermişiz bir de elektriği 12,5 sentten alacağız diye, 12,35 dolardan alacağız diye ve bu 15,83'e kadar da çıkabilir diyor.

Şimdi bunlara sormak isterim, Bahçeli'ye de sormak isterim: Bu mudur milliyetçilik ya? Bu mudur milliyetçilik? Kendi toprağını götürüyorsun, başka bir ülkeye veriyorsun, limanını başka bir ülkeye veriyorsun ve o belli bir bölgeye bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dahi giremiyor. Bu mudur milliyetçilik? Ya batsın sizin milliyetçilik anlayışınız; siz milliyetçi falan değilsiniz ya, değilsiniz! Ha istiyorlarsa girsinler; yönetim kurulu kimlerden oluşuyor, bunlara da baksınlar.

Değerli arkadaşlarım; geçen dedim ki: Bu meclis yani şimdiki meclis el kaldırıp indiren -AK Parti ve MHP grubu için dedim- bir meclis. Kimse kanuna falan da bakmıyor. Bakıyor grup başkanvekili el kaldırdıysa hepsi el kaldırıyorlar, indirirse indiriyorlar. Bazen yanlışlık oluyor, onu da biliyoruz; başka bir şey ise el kaldırınca arkadan komple onlar da el kaldırıyorlar. Milletvekili gelen yasayı, yasa teklifini sorgulamalı, doğru mudur, yanlış mıdır, eğri midir diye bakmalı. Ben suçlandım; dünya tarihinde ilk kez bir parlamento, yolsuzluk yapanları bir kamu kurumunda, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nda "yolsuzluk yapanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılamaz" diye kanun çıktı. O nedenle şimdiki meclise, yani bugünkü meclise Gazi Meclis denmez dedim. Bunlar, vay nasıl denmez diye başladılar, bir sürü laflar, bir sürü...

Gazi ne demektir? Vatanı için mücadele ederken yaralanan kişi demektir, ülkesi için mücadele ederken yaralanan kişi demektir, hak, hukuk ve adalet için mücadele ederken yaralanan kişi demektir. Gazi budur... Gazi Meclis denmesinin nedeni, bu Meclis'in kuruluşunda Meclis ilk kurulurken Milli Kurtuluş Savaşı'nı yöneten Meclis'tir bu Meclis, Milli Kurtuluş Savaşı'nı yönetti ve o nedenle Meclis'e gazilik unvanı verilmiştir. Milli Kurtuluş Savaşını yönetirken de Mustafa Kemal'e belli bir süre için başkomutanlık yetkisi verilmiştir. "Başkomutanlık yetkisi bize aittir" demiştir O Gazi Meclis, o Gazi Meclis'in özelliği budur. Bu meclis o meclis midir?

Eğer yabancı askerler gelsin, terörle mücadele etsin diye bir meclise ne diyeceksiniz? O milletvekillerine ne diyeceksiniz? O partilere ne diyeceksiniz? Soruyoruz ya, bu yabancı askerler kim? Tık yok. Bizi suçluyorlar, "siz teröre destek veriyorsunuz." Akıl tutulması, başka ne söyleyeyim? Akıl tutulması...

Değerli arkadaşlarım; Erdoğan'a ve Bahçeli'ye 3 soru soracağım;

1) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yöneticileri yolsuzluk yaptığında haklarında soruşturma ve kovuşturma açılmayacaktır diye kanun teklifi gelirken, bu kanun teklifinden sizin haberiniz var mı? Birinci sorumuz bu. Yani siz buna evet dediniz mi başlangıçta teklif edilirken?

2) Dünyanın hangi parlamentosunda -ister Papua Yeni Gine, ister Somali, ister Filistin, ister İsrail, ister Amerika, Japonya, Güney Kore, Filistin neyse- yolsuzluklar hakkında araştırma ve kovuşturma yapılamaz diye bir kanun çıkmıştır. İkinci sorum bu. Dünyanın hangi parlamentosunda bir kamu kurumunda yapılan yolsuzluklar kovuşturma konusu soruşturma konusu olamaz diye kanun çıkmıştır.

3) Sizin aklınız erer ermez mi bilmiyorum, Bahçeli ve Erdoğan için söylüyorum. Aklınız erer ermez mi bilmiyorum ama ilkokula giden bir çocuğa sorun, ilkokula giden deyin ki: Herhangi bir parlamentoda milletvekilleri bir kamu kurumunda yolsuzluk yapanlar hakkında araştırma ve kovuşturma yapılamaz diye bir kanun çıkarsa buna siz evet mi dersiniz, hayır mı derseniz. Adım gibi eminim hayır diyecektir, böyle bir rezalet olmaz diyecektir. İlkokul öğrencisinin bile kabul etmediği bir olayı siz hangi gerekçeyle kabul ettiniz? Hangi gerekçeyle kabul ettiniz? Hangi gerekçeyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'ndaki yolsuzlukların üstünü örtmek için kanun çıkardınız? O nedenle onların olduğu bir meclise, yolsuzluklara evet diyen bir meclise Gazi Meclis denmez. O tarihteki, bizim tarihimizdeki, o Milli Kurtuluş Savaşı'nı veren kişilerin oluşturduğu meclis Gazi Meclis’tir.

O Meclis'in tarihine baktığınızda hiçbir yolsuzluk olayı konusunda suskun kalmamıştır. Kendi bakanlarını da Yüce Divan'a göndermişlerdir, yolsuzluk konusunda duyarlıdırlar. Bunlar bir taraftan derler ki kul hakkı yemek en büyük günahtır, öbür taraftan malı götürenlere: Siz malı götürün istediğiniz kadar hiçbir şey olmayacak, kanun çıkardık.

Ben ülkesini seven bir kişi olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı'na bir mektup yazdım, dedim ki: Meclis'ten böyle bir kanun çıktı, biz bu kanunu Anayasa Mahkemesine getirdik parlamentonun itibarını korumak için; lütfen acele edin ve bu kanunu iptal edin. Aksi halde parlamento çok ağır bir töhmet altında kalır dedim. Benim gösterdiğim duyarlılığı Bahçeli gösterdi mi? Erdoğan gösterdi mi? Kim gösterdi? Kul hakkı yemem diyorlar, yemediğiniz haram kalmadı ya! Parlamentoyu bile kendi haramınıza ortak ettiniz, kendi yolsuzluklarınıza ortak ettiniz.

Bana diyorlar ki: Susun, niye konuşuyorsun? Ben konuşmayacağım da kim konuşacak Allah aşkına? Dışarıdan birisi konuşsa yakalıyorsunuz, doğru hapse atıyorsunuz. Sorularımın cevabını bekliyorum; Erdoğan senden de bekliyorum, Bahçeli senden de bekliyorum; yabancı asker kim, onu da istiyorum. Kim yabancı asker? Kendi silahlı kuvvetlerine güvenmeyen, kendi emniyet güçlerine güvenmeyen bir parlamento olur mu? Terörle mücadele konusunda yabancı asker gelecekmiş. Kim bu yabancı asker? Bakalım ne cevap verecekler. Siz merak ediyorsunuz değil mi? Vallahi ben daha çok merak ediyorum. Nasıl bir cevap verecekler acaba?

Teşekkür ederim.




Bu Kategorideki Diğer Haberler

SENİNLE BÜYÜYORUZ
Haber Tarihi: 19.09.2024