"Milli birlik ve beraberlik" meselesi

Gelmiş geçmiş bütün yönetimler, tıpkı bugünküler gibi, beceriksizlikleri ve başarısızlıkları apaçık ortaya çıktığında aynı şeye ihtiyaç duydular: Birlik ve beraberlik! "Milli birlik ve beraberlik" önerisi, "beni bu olanlar yüzünden eleştirmeyin" demenin Türkçede başka türlü bir ifade biçimi oldu

Okunma Sayısı: 2473    |    Yazı Tarihi: 08.02.2023


On beş milyon yurttaşımızın yaşadığı bölgeyi etkileyen depremin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "ülke ve millet olarak birlik ve beraberlik içinde inşallah bu felaket günlerini de geride bırakacağız. Gün 85 milyon tek yürek tek bilek olma günüdür" dedi.

İktidardaki ittifakın küçük ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de "gün, sen – ben ayrımıyla, yersiz polemiklerle vakit kaybedecek bir gün değildir. Gün her şeyden ve hepsinden önemlisi; bir olmak, beraber olma günüdür" diye konuştu.

Böyle günlerden sonra ülkeyi yönetenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutukları atmasına alışkınım.

Oysa Cumhurbaşkanı, "milli beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuzu" söylemesinden sadece iki gün önce "bunlara öyle bir çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar" diyordu.

O gün öyle söylüyordu, çünkü kendini güçlü hissediyordu.

Bugün milli birlik ve beraberlik içinde olmamız gerektiğini söylüyor, çünkü bu işi yönetemediğinin farkında.

Bu yeni ve AKP liderine özgü bir durum değil.

Hatta diyebilirim ki yarım yüzyıla ulaşmasına sadece 2 yıl kalan gazetecilik hayatımda en çok tanık olduğum durum tam olarak budur.

Gelmiş geçmiş bütün yönetimler, tıpkı bugünküler gibi, beceriksizlikleri ve başarısızlıkları apaçık ortaya çıktığında aynı şeye ihtiyaç duydular: Birlik ve beraberlik!

"Milli birlik ve beraberlik" önerisi, "beni bu olanlar yüzünden eleştirmeyin" demenin Türkçede başka türlü bir ifade biçimi oldu.

Elazığ'daki depremin ardından sosyal medyada "20 yıldır bu iktidar deprem için ne yaptı" diye soranlara, Cumhurbaşkanı bir başka soruyla yanıt vermişti:

"Depremi durdurma şansımız var mı?"

Bu sorunun çoktan seçmeli bir yanıtı yok tabii.

Depremi kim durdurabilir ki?

O zaman da şöyle düşünmemiz gerekiyor: Depremi durduramayacağımıza göre bugünkü yönetimi kim sorumlu tutabilir?

Dün de benzeri bir gerekçeye sığındı:

"Uzmanlar iki depremi dünyada örneği olmayan yer hareketleri olarak tarif ediyor."

Dünyada örneği olmayan bir deprem felaketiyle karşılaştığımıza göre Erdoğan yönetimini eleştirmememiz de gerekiyor.

Eleştirirseniz "yalan haberler ve çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenler"den birisi olabilirsiniz ki onlara da sopayı sallamayı ihmal etmiyor:

"Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız. Savcılarımız bu tür insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirliyor."

Hayatta olup biten her şey siyasetle ilgilidir.

Çünkü yaşadığımız gerçeği politika kurar.

Depremi önleyemeyiz ama depremde binaların yıkılmasını, insanların ölmesini önleyebiliriz.

Depremi önleyemeyiz ama depremin ardından yıkılan binalardan insanları kurtarabilir, kurtulanlara bir sıcak tas çorba verebilir, bir çadırın altında yağmurdan, kardan, soğuktan korunmalarını sağlayabiliriz.

En azından eski Türkiye'de böyle oluyordu.

Bu siyasetin, siyasetçinin işidir, iktidarda olanın görevidir.

Erdoğan ile bu konuda laf yarıştırmak içimden gelmiyor.

Binlerce insan yıkılan binaların altında kaldı, yakınları gözümüzün önünde "yardım gönderin" diye çırpındı.

Yurtdışından gelen yardım ekipleri, hayat kurtarmak için en önemli saatlerini havaalanlarında saatlerce uçak bekleyerek kaybetti.

Karla mücadele ihmal edildiği için kapanan yollarda kalan yardım konvoylarının haddi hesabı yoktu.

İnsan gücüne "milli birlik ve beraberlikten" daha çok ihtiyaç hissedildiği anlarda askerler kışlalarında oturuyorlardı.

"Milli birliğe" zarar vermeyeyim diye bugünlük burada kesiyorum.


MEHMET Y. YILMAZ İsimli Yazarın Diğer Yazıları