Nursemalar kimden korkmalı?

Yazım, "muhafazakâr kadınlara" ulaşabilir mi bilmiyorum ama Pazar günü sandık başına gittiğinizde, Erdoğan'ın iktidarını korumak gerekçesiyle nereye kadar gidebileceğini de hesaba katmanızı öneririm

Okunma Sayısı: 1971    |    Yazı Tarihi: 23.05.2023

Öyle anlaşılıyor ki "endişeli muhafazakâr kadınlar" Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "helalleşme" çağrısına pek kulak asmamışlar.

Gerçi bu cümleyi destekleyecek dört başı mamur bir araştırma elimizde yok ama genel kabul gören bir durum bu.

Bazı bilgilerimizin desteklediği bir görüş.

Mesela partisi CHP ile ittifak içinde seçime giren Ahmet Davutoğlu'nun "90 yaşındaki halasını CHP'ye oy vermeye ikna edemediğini" biliyoruz, kendisi açıklamıştı.

Benzer bir açıklamayı yine CHP ile ittifak içinde seçime giren DEVA Partisi'nin lideri Ali Babacan da yapmıştı: "Biz bütün oy kitlemizi olduğu gibi paket halinde buraya taşıyamayabiliriz."

Bunlar açık sözlülükle söylenmiş, dürüst ifadeler. Bir kısım seçmenin davranış biçimini anlayabilmek için de önemli.

Araştırmacı Dr. Betül Doğan Akkaş, Perspektif'te yayımlanan yazısında seçimlerden önce kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle söylediğini anlatıyor:

"Muhalefet cephesinde sanılanın aksine, mütedeyyin kadınların Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı ve Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'helalleşme' çağrısıyla 'ikna' olmadığını söyledim."

Dr. Akkaş, BBC Türkçe'deki mülakatında şöyle anlatmış:

"CHP'nin mütedeyyin kadınlar arasında gerçekten bir sempatisi yok. Çünkü bize hatırlattıkları ikna odaları, Meclis'ten kovulmalar… Bu bagaj maalesef çok etkili. AK Parti'nin İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırmış olması ya da kadın haklarıyla ilgili sıkıntılı kararlar almış olması, ikincil kalıyor."

Bu gözlemler, yüz yüze görüşmelerle elde edilmiş. Geniş kapsamlı bir araştırma da muhtemelen aynı sonucu verir diye düşünüyorum.

Türkiye'nin muhafazakâr kadınlarının endişelerinin temeli esasen politikacıların ve genel olarak muhafazakâr erkeklerin onlara söylediklerinden kaynaklanıyor olmalı.

Aradan geçen 20 küsur yılın ardından, muhafazakâr kadının kılığına – kıyafetine karışılması ile ilgili bir tehdit algılayabileceği gerçek bir ortam yok.

Tam tersine genel kabul görmüş bir durum bu artık.

Kimsenin tartışmadığı, geride kalmış bir mesele.

Elbette geride kalmış olsa da zamanında yaşayanlarda derin izler bırakmış olması anlaşılabilir bir durum ancak bugünün gerçeği bu değil.

Kılık kıyafet ile ilgili bir tehdit algısından söz edeceksek, bu tehdit artık tüm kadınlara yönelik.

Şort ile otobüse bindiği için hakarete uğrayan, başı açık dolaşırken sokakta kahkaha attığı için nefret dolu bakışları üzerine çeken kadınları listenin başına yazabilirsiniz ama kendince tesettür kurallarına uyduğunu düşünen kadınlar için bile ciddi bir tehdit var.

Bilmiyorum İslam adına konuştuğunu söyleyen bazı tiplerin gazetelerdeki köşe yazılarını okuyabiliyor ya da sosyal medyada dolaşan vaazları izleyebiliyorlar mı?

Şunu söyleyebilirim ki hiçbir kadın bu konuda rahat bir nefes alamaz.

Bugün baş örtülü kadınların iş hayatında kolayca yer alabiliyor olmaları bile o karanlık zihniyetin bakışıyla "normal" değil.

"Evinde oturacağına, erkeklerin yapabileceği işleri erkeklerin elinden alan kadın" fikrine tahammüllerinin olmadığını benim kadar muhafazakâr kadınlar da biliyor olmalı.

Konca Kuriş'i canlı canlı gömen zihniyet için başınızdaki örtünün, üzerinizdeki pardösünün bir anlamı yok.

Hele yüzünüze biraz renk verecek hafif bir makyaj da yaptıysanız, o zihniyet için sizinle Canan Kaftancıoğlu arasında da bir fark yok.

Ve toplumsal yaşamın içinde erkekler ile yan yana yer alan tüm kadınlara yönelik tehdit artık TBMM'nin de içinde.

Hüda Par, kadına karşı şiddetin önlenmesi amacıyla çıkarılan 6284 sayılı kanunda "bazı maddelerinden ayıklanması ya da kaldırılıp daha ahlaki bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini" söylerken hedefinde hangi kadınların olduğu da belli.

Erkek şiddetini içine sindiremeyip mahkemeye giden, boşanıp nafaka talep eden mütedeyyin kadınlar hedefte.

"Yalnız yaşayan kadınların sahiplendirilmesinden" söz ederken de kimleri kastettiklerini kavrayabilirsiniz.

Yeniden Refah Partisi'nin propaganda otobüsünde kadın milletvekili adayının fotoğrafının karartılması, "endişeli muhafazakâr" kadınlara ne anlatıyor acaba?

Evet, kadınların kazanımları tehlike altında, ağır bir tehdit var ancak o tehdidin kaynağı artık Cumhur İttifakı ile TBMM'ye girenlerden başkası değil.

Muhafazakâr kadınların, geleceklerinden endişe ederken şu soruyu kendilerine sormalarında da yarar var: Hüda Par ya da YRP'den kaynaklanacak bu tür girişimlere, bugünkü AKP kadroları ne kadar direnebilir?

Bu konular ittifak içinde pazarlık konusu olduğunda kırmızı çizgileri nereden geçer?

Bu soruyu kendinize sorarken Özlem Zengin'in 6284 ile ilgili bir demeci nedeniyle başına nelerin geldiğini, kimler tarafından linç edildiğini, o partinin deve dişi gibi kuvvetli erkek yöneticilerinin nasıl ortadan yok olduklarını da hatırlamanızı öneririm.

Geleceğin Türkiye'sinde bu konuda güvenceyi sağlayacak şey yürütme ile yasama arasındaki dengede aranmalı.

O dengeyi kurabilecek adam da Recep Tayyip Erdoğan değil, çünkü bu dengeyi kişisel oy hesaplarıyla tehlikeye atan da ondan başkası değil.

Yazım, "muhafazakâr kadınlara" ulaşabilir mi bilmiyorum ama Pazar günü sandık başına gittiğinizde, Erdoğan'ın iktidarını korumak gerekçesiyle nereye kadar gidebileceğini de hesaba katmanızı öneririm.


MEHMET Y. YILMAZ İsimli Yazarın Diğer Yazıları