Ne Libya’sı, Papua Yeni Gine’ye bile karışır!

Okunma Sayısı: 8963    |    Yazı Tarihi: 04.01.2020


Meclis’e kendi imzasıyla gönderdiği tezkerede, ne kadar asker, ne zaman gidecek, askerin götüreceği teçhizat, silah ne olacak, o askerin her türlü desteği ne olacak, gittiğinde orada ne yapacak, hepsine kendisi karar veriyor

'Cumhurbaşkanlığı tezkeresi' yani, Libya’ya asker gönderilmesini öngören Meclis’e giden yazıda geçen bazı cümleler gerçeği ortaya çıkarıyor. Örneğin:

".. Türkiye’nin milli çıkarlarına yönelik tehditlere karşı (..) Libya’daki silahlı gruplar ile IŞİD ve El Kaide gibi terör örgütlerinin saldırılarını bertaraf etmek üzere.."

Bu cümle hem bir soruyu akla getiriyor, hem de bir gerçeği ortaya çıkartıyor. Gerçek şu:

Türk askeri oraya savaşmaya gidiyor. Hem Libya’daki silahlı gruplara karşı, hem de terör örgütlerine karşı.

Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta yıllardır terör örgütlerine karşı savaşması yetmiyor, şimdi buna bir de Libya’daki terör örgütleri ekleniyor!

Kaldı ki, son bir ay içinde Libya konusu ne zaman açılsa, Tayyip Erdoğan her sefer aynı cümleyi kullanıyor:

"Amacımız insani yardımdır."

Kendi imzasıyla Meclis’e gönderdiği tezkere Erdoğan’ın kendisini yalanlıyor.

Kaldı ki, sana ne Libya’daki iç çatışmadan, oradaki terör örgütlerinden?

Bunun yanıtı yine tezkeredeki aynı cümlede var, 'milli çıkar' için asker gönderiliyormuş!

Libya çölleri? Milli çıkar? Çok eskiden Libya’da iş adamlarımız vardı, oradan alacaklarımız vardı. Onları korumak için 'milli çıkar' tamam da, artık onlar orada değil, Orada şimdi iç savaş var. Kimin umurunda senin iş adamın, hâlâ varsa, senin alacakların?


Yeni düşman yaratmak

Libya’da Kaddafi’nin öldürülmesinden bu yana, 2011’den beri iç savaş sürüyor. Libya üçe bölünmüş durumda. Trablus ve Sirte gibi, Batıdaki kentler Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin denetiminide. Ülkenin doğusu ve güneyin önemli bölümü General Hafter öncülüğündeki 'Libya Ulusal Ordusu’nun' elinde. En güneyde kalan bölüm ise, aşiretlerin denetiminde.

Türkiye Libya’da 'Ulusal Mutabakat Hükümetini' destekliyor. Ve o destek çerçevesinde Libya’ya asker gönderiyor. Oysa, o hükümetin sözcüsü "Biz yabancı asker görmek istemiyoruz" diyerek, uluslararası basına açıklama yapıyor. İstemiyorlar seni orada! Onlar Libya’daki gruplar arasında Almanya’nın arabuluculuk yapmasını istiyorlar.

Buna karşılık, Amerika, Rusya, Fransa, Mısır, Bileşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Hafter’i destekliyor. Türkçesi, sen oraya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklemeye gidersen, bu ülkeleri de karşına alıyorsun, demektir! Zaten, asker gönderme kararı üzerine, Trump Erdoğan’ı arıyor, "Ne yapıyorsun" diyerek.

Türkiye’nin dayanağı, Birleşmiş Milletler’in (BM) Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklemekte oluşu. Ee, BM Libya’daki gibi, Suriye’de de Esad’ı, merkezi hükümeti destekliyor, ama sen Esad’la savaşıyorsun! Yani, BM’nin Libya’daki hükümeti desteği, senin Libya’ya asker göndermenin gerekçesini havada bırakıyor.

Libya’ya asker göndererek, oradaki iç savaşın taraflarından biri olmak, hangi 'milli çıkar', bunu açıklamak zor. Kaldı ki 'yeni düşman yaratmaya' bire bir katkıdan başka bir şey değil.

Mustafa Kemal örneği

Asker göndermenin gerekçelerinden biri, her fırsatta eleştirdikleri, Mustafa Kemal’e sarılıp, "Mustafa Kemal de Trablusgarp’a gitti ve orada savaştı" tezi.

Doğru gitti ve savaştı Mustafa Kemal. Ancak, arada 'küçük' bir fark var.

Mustafa Kemal Trablusgarp’a gittiğinde, orası vatan toprağı! Mustafa Kemal vatan toprağını savunmak için gidiyor.

Sen şimdi elin ülkesindeki iç savaşın tarafı olmaya asker gönderiyorsun.


Bir de NATO çelişkisi

Çelişki bir değil ki! O kadar çok örneği var ki, Libya konusu da öyle.

28 Şubat 2011, Erdoğan:

"NATO’nun Libya’da ne işi var? Böyle saçmalık olur mu? Biz NATO’nun Libya’ya müdahalesine karşıyız, bunu her yerde söyledik."

Bu sözleri alkışlarla karşılanıyor. Zaten oraya toplananlar, her zamanki gibi, alkışlamak için orada.

21 Mart 2011, Erdoğan, aradan bir ay bile geçmeden:

"NATO Libya’ya girmelidir, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tescil için girmelidir."

Bu konuşmasına da alkışlar ve alkışlar, yine bitmiyor.

24 Mart 2011:

İzmir’den havalanan NATO uçakları Libya’yı vuruyor ve Libya’da bugüne kadar süren iç savaş başlıyor.

NATO’nun müdahalesine karşı çıktığı konuşmasında, bir önemli cümlesi daha var:

"Ülkelerin kaderlerini o ülkenin halkları tayin eder. Libya’nın kaderi Libya Halkı, Mısır’ın kaderini Mısır Halkı tayin eder, buna başkaları karışamaz."

Bu dış politikanın neresinden tutacaksınız? Neresi ciddi, neresi mantıklı, neresi tutarlı?


Kendisi karar verecek

Yok, tutarlı olduğu bir yer var. Bütün işleri kendi üzerine alıyor, bütün kararları kendi veriyor. Meclis’te kabul edilen Libya Tezkeresi'nin son cümlesi:


"Libya’ya gönderilecek askeri kuvvetin Cumhurbaşkanınca belirlenecek esaslara göre düzenlenmesi."


Bunun Türkçesi şu:


Meclis’e kendi imzasıyla gönderdiği tezkerede, ne kadar asker, ne zaman gidecek, askerin götüreceği teçhizat, silah ne olacak, o askerin her türlü desteği ne olacak, gittiğinde orada ne yapacak, hepsine kendisi karar veriyor.


Sorumluluğu? İşte, o yok! "Tek adam rejiminde" sorumluluk hiç bir alanda yok!


Asker şimdi Libya’ya savaşmaya gidiyor. Ne Libya’sı, hangi Libya, bu da iş mi? Bu dış politika ve bu hırs ve bu mantıkla Papua Yeni Gine’ye bile asker de gönderir, oraya da karışır.


YALÇIN DOĞAN İsimli Yazarın Diğer Yazıları