Kendi modernleşme hikâyemiz!

Okunma Sayısı: 7784    |    Yazı Tarihi: 31.08.2020


Türkiye, sadece OHAL baskısı altında, adil olmayan koşullarda yapıldığı için değil, yasalara aykırı olarak atılan oylar sayıldığı için de gayri meşru sayılan...

Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk’un bu nedenle hakkında “Doğmayan Halk Oylaması” adıyla bir kitap yazdığı...

16 Nisan 2017 sözde halkoylaması ile kabul edildiği iddia edilen “ucube” bir Anayasa ile Parlamenter Demokratik Sistem lağv edildiğinden ve “ucube” bir yönetim biçimine geçildiğinden beri...

Ülkeyi, seçilmişler değil, tek bir kişinin atadığı memurlar yönetiyor.

***

Elbette “atanmış memur” olmak kötü bir şey değil...

Hatta tam tersine, liyakat sistemine dayalı bir yönetimde, birçok zorlu sınavdan geçmiş, yetkinliklerini başarılarıyla kanıtlamış olan “atanmış memurlar” pek çok seçilmişten çok daha nitelikli, çok daha objektif ve çok daha verimli ve yararlıdırlar.

“Tek bir kişinin atadığı memurlar” tarafından yönetilen ülkedeki sorun, ülkeyi yöneten bu memurların, anayasa, yasa, kural, gelenek ve benzeri ilkeler yerine, kendilerini atayan tek kişinin bilgisine, kültürüne, arzularına, beklentilerine ve hatta ruh haline yani duygularına bağlı olarak hareket etme zorunda olmalarıdır.

Sorun kişisel de değildir, (o nedenle isim de kullanmıyorum) çünkü ülkeyi yöneten “atanmış memurlar” kendilerini atayanın beklentilerini karşılamadıkları takdirde görevden alınırlar, yerlerine beklentileri gerçekleştirecek olanlar gelir.

***

İşte ülkeyi yöneten bu “atanmış memurların” hem eğitim ve kültür hem de görevler açısından en önde gelenlerden biri belki de birincisi, ÖÖ 10.50 · 30 Tem 2020· Twitter for iPhone kaydıyla, Sosyal Medya’da kamuoyuna yansıyan önemli bir iddiada bulundu: 

“Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı.

Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” dedi.

Hemen arkasından da Türkiye’nin “modernleşmesinin” temelini oluşturan Cumhuriyet Rejimi’nin kurulmasını olanaklı kılan İstiklâl Savaşı’nın kazanıldığı 30 Ağustos zaferinin kutlanmasına yasak geldi.

Ben bu yazıda, bütün siyasal tartışmaları ve rejim sorunlarını bir yana bırakarak “Kendi Modernleşme Hikâyemizi”, daha doğrusu yerim yetmeyeceği için bu hikâyenin bazı noktalarını anımsatacağım.

***

Önce “modern”in, “en ileri teknolojiyi keşif ve icat eden toplumsal/siyasal/kültürel/ekonomik yapı” anlamına geldiğini, “modernleşmenin” de böyle bir yapıya dönüşme veya benzeşme anlamı taşıdığını belirtelim.

Arkadan bizim kendi hikâyemizin müthiş etkileyici bir başlangıç yaptığını ve hemen sonra da tam bir perişanlığı yansıttığı vurgulayalım.

***

“Kendi Modernleşme Hikâyemizin” başlangıcı görkemlidir:

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken kullandığı, dönemin en ileri teknolojisini yansıtan silah olan Şahi topu ile simgelenir. 1453!

***

“Kendi Modernleşme Hikâyemiz” Takiyüddin’in 1577’de kurduğu rasathane ile devam eder:

Ama Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi “Evrenin gözlenmesinin uğursuzluk getireceği” iddiasında bulunur. 

Rasathane, III.Murat’ın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yok edilir. 1580!

***

Derken “Kendi Modernleşme Hikâyemiz” matbaa ile devam eder:

Matbaa, Osmanlı’ya ancak 250 yıl sonra İbrahim Müteferrika tarafından 1727’de değil, 1639’da IV. Murat’ın emriyle Yahudilikten dönme Bünyamin (Benjamin) tarafından getirilmiştir.

Ama, Deli İbrahim’in emriyle bu ilk matbaa yok edilir. 1640!

***

“Kendi Modernleşme Hikâyemiz” elbette 19. yüzyılda da devam eder:

Hoca Tahsin, 19. yüzyılda “Modernleşme” hareketinin öncülerindendir. Darülfünuna (üniversiteye) bas¸hoca (rektör) tayin edilmis¸tir.

Oksijen olmadan canlıların yaşayamayacağını göstermek için, içine konulduğu fanusun havası boşaltıldığında bir kuşun nasıl öldüğünü deneysel olarak gösterince görevden alınmıştır. 

Asıl görevden alınma sebebinin, bilimle dini uzlaştırma çabaları ve Cemâleddîn-i Efganî’nin fikirlerine yakınlığı olduğu da öne sürülür. 1870!

***

Bu arada neredeyse 200 yıl arayla, Genç Osman’ın ve III. Selim başlarına gelenlerin “Kendi Modernleşme Hikâyemiz”de çok önemli yerleri olduğuna dikkat çekmek isterim.

Kırk yıl arayla meydana gelen Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa isyanları ise “Kendi Modernleşme Hikâyemiz”in hazin sayfalarıdır.

***

Sonuç olarak diyebiliriz ki Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idam fermanlarını imzalayan Vahdettin ne kadar İstiklâl Savaşı lideriyse, Cumhuriyet öncesi “Kendi Modernleşme Hikâyemiz” de o denli göğüs kabartıcıdır!

**********

**********

Gerçek modernleşme hikâyemiz 2: Türkiye Cumhuriyeti!

Sevgili okurlarım, otoriter ve totaliter eğilimli iktidarlar sadece güncel olayları ve gerçekleri saptırmakla, bunları tersyüz etmekle yetinmezler:

Tarihi de kendi dogmatik inançlarına, herkese giydirmek istedikleri ideolojik deli gömleğine uygun olarak yeniden yazmaya çalışırlar.

Her ne kadar dünya ve insanlık, daha özgür, daha demokratik, daha eşit bireylerin yaşadığı bir siyasal, ortam idealine göre evriliyorsa da...

İktidar hırsıyla gözü kararmış politikacılar ve Neo-emperyalizm, ittifak halinde, birlikte:

Hem kendi ülkelerinde hem de gelişmekte olan ülkelerde, her türlü ırkçı/milliyetçi ve dinci/ mezhepçi dogmatik inanç kalıplarını kullanarak, cahil ve menfaatperest kalabalıkları kışkırtır, böylece hem güncel hem de tarihsel gerçekleri saptırmaya çalışırlar.

Çünkü Emperyalistler bir ülkeyi sömürmek için en iyi kullanabilecekleri yöneticilerin, güncel ve tarihsel gerçekleri saptırmak isteyen, dolayısıyla en çok dış desteğe muhtaç politikacılar olduğunu bilirler.

***

Türkiye Cumhuriyeti, mucizevi bir modernleşme öyküsüdür...

Bu öyküyü yazan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran lider Mustafa Kemal Atatürk’tür:

Tarım Devrimi’nde patinaj yapan, Toprak Ağaları ve Tarikatlara dayalı, işgal edilmiş bir İmparatorlukta...

İşgalci galip devletlere, Batı’dan ve Doğu’dan saldıran toprak hırsıyla gözü dönmüş düşmanlara, koltuğunu korumak isteyen Halife’ye ve içeride isyan edenlere karşı bir zafer kazandıktan sonra...

Çağ gerisi bir imparatorluk kalıntıları üzerinde, çağdaş bir toplumun temellerini atmıştır!

***

Osmanlı’da başlayan ve Cumhuriyet zaferiyle sonuçlanan (150 yıllık değil) 250 yıllık modernleşme serüveni, “Yabancıların hikâyeleri değil, bu topraklarda yaşayan halkın kanıyla, canıyla yazdığı, özbeöz milli olan bir öyküdür!”:

Bu öykü, Batı Uygarlığı’nın yaklaşık 500 yılda (20. Yüzyılı da katarak hesaplıyorum) geçirdiği “modernleşme” sürecini Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 yıl gibi inanılmaz bir sürede attığı temeller üzerinde yakalama öyküsüdür!

Bir Din-Tarım İmparatorluğu’nun enkazı üzerinden Çağdaş bir Cumhuriyet yaratma mucizesidir.

***

Emperyalizme başkaldırmış ve onu yenmiş, toprak ağalarının ve tarikatların egemenliğine son vermiş olan Atatürk ve onun kurduğu bu “Modern Cumhuriyet” hem dincilerin hem de emperyalistlerin hedefidir.

Emperyalistleri anlamak kolaydır:

Sömürülerine son verdiği için Atatürk’ü ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni sevmemeleri normaldir.

Beni şaşırtan, utandıran ve korkutan, Cumhuriyet modernleşmesi sayesinde bulundukları koltuklarda oturanların, hiç utanmadan, onlara bu olanağı sağlayan Cumhuriyet değerlerine ve modernleşmesine, özellikle de bunları gerçekleştiren Atatürk’e saldırmalarıdır!

***********

***********

Cumhuriyet modernleşmesinin üç eksiği ve bir hatası – 3

“Osmanlı Modernleşmesi” ile “Cumhuriyet Modernleşmesi” arasında, özellikle dinci siyaset yapanların ve “Osmanlıcı” olanların (belki cehaletlerinden, belki de önyargılı olmalarından dolayı) üzerinde durmadıkları çok önemli bir temel fark vardır:

“Osmanlı modernleşmesi”, İmparatorluğun dine ve toprak ağalığına dayalı, çok dinli (milletli), çokuluslu ve Batı’nın yarı sömürgesi haline gelmiş yapısı ile çelişen bir süreçti...

Bu nedenle de Osmanlı’nın çöküşünü durdurabilmesi olanaksızdı, nitekim durduramadığı gibi hızlandırdı!

(O nedenle, gerçek “İslamcı/dinciler”, “milliyetçileri” hiç sevmezler, onları Osmanlı İmparatorluğu’nu çökerten sürecin, yani “milliyetçilik akımlarının” temsilcileri olarak görürler.)

Oysa “Cumhuriyet modernleşmesi”, yarı sömürge yapıya karşı bağımsızlık ilkesi ile birlikte, dincilik yerine laiklik, ırkçı milliyetçilik yerine eşit vatandaşlık üzerine dayalı olduğu için, hem savaş anlamında hem yeni devlet anlamında hem de dönüşümün gerçekleştirilme hızı açısından, “mucizevi” bir başarı kazandı.

Elbette “Osmanlı Modernleşmesi” ile “Cumhuriyet Modernleşmesi” arasındaki bu süreç farkı:

Birinin Tarım Devrimi dönemindeki (Toprak Ağalığı ve Tarikatçılık üzerine kurulu olan) “Dinsel/ Geleneksel Aile Otoritesine” dayalı olması, ötekinin ise Endüstri Devrimi aşamasında ortaya çıkan, “Millet/Halk Egemenliği” adına gerçekleştirilmiş olmasından kaynaklanır.

***

“Osmanlı Modernleşmesini” birinci yazımda anlattım.

“Cumhuriyet Modernleşmesini” dünkü, ikinci yazımda anlattım ve bugün de devam ettim.

 Şimdi sıra geldi “Yirminci Yüzyılın Mucizesi” diye nitelediğim “Cumhuriyet Modernleşmesinin” üç eksiğini ve bir hatasını belirtmeye.

ÜÇ EKSİK:

1) Cumhuriyeti ilan etti ama geçmiş dönemin sınıfsal yapısını tasfiye edemedi; toprak reformunu yapamadı ve bu nedenle toprak ağalarının ve tarikatların gücünü yok edemedi.

2) Eğitimde büyük atılımlar yaptı ama dinciliğe karşı laikliği, ırkçı milliyetçiliğe karşı eşit vatandaşlığı, eğitimle yeterince yerleştiremedi. (Köy Enstitülerinin hazin öyküsü)

3) İkinci Dünya Savaşı’nı büyük bir başarıyla “Tarafsız” olarak atlatma başarısını gösterdi ama savaş sonrası oluşan “Soğuk Savaş Dünyasında” bağımsızlığını koruyamadı.

VE BİR HATA:

Bütün dünyada, tarihsel ve evrensel olarak, Demokratik Rejimi kuran ve geliştiren, toplumsal, ekonomik, sınıfsal ve kültürel yapı oluşmadan..

“Cumhuriyeti Demokrasiyle Taçlandırmak” için, “Cumhuriyet Modernleşmesini Tamamlamak” adına, “ÇOK PARTİLİ DÜZENE” ERKEN GEÇTİ...

İktidarı yeniden, geçmiş dönemin egemenlerinin, yani toprak ağalarının ve tarikatların temsilcilerinin eline verdi...

O ZAMANDAN BERİ DE “CUMHURİYET MODERNLEŞMESİ”, DEMAGOG POLİTİKACILARIN VE SAHTE TARİHÇİLERİN SAPTIRMALARINA VE SALDIRILARINA KARŞI BAŞARIYLA DİRENİYOR; ÇÜNKÜ HAKLIYDI VE DOĞRUYDU!

**********

**********

30 Ağustos ve Cumhuriyet modernleşmesi – 4

Bugün 30 Ağustos...

Ne kadar kutlasak azdır!

Çünkü İstiklal Savaşı ve bu savaşın doruk noktası olan 30 Ağustos Zaferi, sadece bir Bağımsızlık Savaşı ve askeri bir zafer değil, aynı zamanda, Cumhuriyet Modernleşmesinin temel taşıdır:

Cumhuriyet Modernleşmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük devletlerin oyuncağı olmuş yarı sömürge yapısına karşı BAĞIMSIZLIĞA, Padişahın (Halife/Sultanın) dine/geleneğe dayalı egemenliğine karşı LAİK HALK (MİLLET) EGEMENLİĞİNE, farklı din ve milliyet kimliklerine rağmen sürdürülmeye çalışılan kulluk kavramına karşı, bu farklı kimlikleri de kapsayan EŞİT VATANDAŞLIK İLKESİNE dayalıdır.

***

Aslında Yirmi Birinci Yüzyılda, 2020 Türkiyesi’nde bunları söylemek çok kolaydır...

“Dile kolaydır”...

Çünkü Cumhuriyet Modernleşmesi, bu üç ilkeyi, sadece savaşta yenilmiş bir devletin toprakları üzerinde değil, aynı zamanda düşmanları tarafından işgal edilmiş bir ülkede, üstelik bir Din-Tarım Toplumunun Feodal Yapısı üzerinde gerçekleştirmiştir.

İşte bu yüzden Cumhuriyet Modernleşmesi mucizevi bir nitelik taşır!

***

İstiklal Savaşı zaten kendi içinde, Yedi Düvele, Yunan, Ermeni, Halife ordularına ve isyancılara karşı kazanılan inanılmaz bir başarıdır:

Onun arkasında oya işler gibi örülen milli direniş (Müdafaa-i Hukuk) örgütlenmeleri, İnönü Zaferleri ve 22 gün süren, Sakarya Nehri’ni kıpkızıl kana bulayan, subayların şehit olmasından dolayı tarihe “Subay Muharebesi” olarak geçen Sakarya Savaşı vardır...

Sakarya Savaşı’nın arkasında ise Başkomutanlık Yasası ve buna bağlı olan Tekâlif-i Milliye kararları (On Emir), onların arkasında da Yunan ordularına Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan galip devletler tarafından verilen “Ankara’ya yürü” izni karşısında Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nde yenilmiş olan Kuvayi Milliye Ordusu vardır!

Bu konuyu iyi anlamak için Atatürk’ün NUTUK’ta bu savaşı nasıl anlattığını okumak gerekir.

Ama benim bu yazıda vurgulamak istediğim konu, İstiklal Savaşı’nın doruk noktası olan Dumlupınar Zaferi’nin askeri başarısı değil, Cumhuriyet Modernleşmesi açısından bu savaşın önemidir:

Sakarya Muharebesi’nden sonra Mareşal (Müşir) ve Gazi unvanları verilen Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos Zaferi ile sonuçlanan İstiklal Savaşı’nı kazandığı için Atatürk olabilmiş, bir başka deyişle Cumhuriyet Modernleşmesinin temellerini 15 yıl gibi kısa bir sürede, “Vatanı Düşmandan Kurtaran Başkomutan” olarak atabilmiştir.

***

Toplumbilim terimleri kullanarak olayı açıklamaya çalışırsak:

Kırsal bir Din-Tarım Toplumunda, Kentsel bir Endüstriyel Toplumun devlet yapısının temellerini atabilmek, ancak Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in sahip olduğu KARİZMA sayesinde gerçekleştirilebilmiştir...

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise karizmasını İstiklal Savaşı’nı kazanmış olmasına borçludur.

Fransız ve Sovyet Devrimlerini çalıştıktan sonra, profesörlük tezimi Atatürk ve Türk Devrimi üzerine yazmış bir toplumbilim öğrencisi olarak, dünyadaki hiçbir liderin KARİZMATİK kavramına ondan daha fazla layık olmadığını belirtebilirim.

Çünkü her ne kadar, tarihsel ve toplumsal olarak karizmasının temelinde İstiklal Savaşı’nı kazanmış bir komutan olması yatıyorsa da, kişisel açıdan, bu zaferi kazanması ve Cumhuriyet Modernleşmesinin temellerini atması ileri görüşlülüğünün ve tarihsel-siyasal bilincinin ve burada sayılması çok uzun sürecek olan başka kişisel özelliklerinin eseridir.

(Meraklıları “Emre Kongar Seçkisiyle NUTUK”, “Devrim Kuramları ve Toplumbilim Açısından Atatürk” ve “Atatürk Üzerine” adlı üç kitabıma bakabilir. Hiç kuşkusuz, Cumhuriyet okurları kitap da okuyorlardır varsayımıyla!)

***

Milli bayramların kutlanmaları istenildiği kadar yasaklansın...

İstenildiği kadar İstiklal Savaşı ve 30 Ağustos Zaferi, birtakım utanmazların yalanlarıyla saptırılmaya, gölgelenmeye çalışılsın...

30 Ağustos Zaferi, İstiklal Savaşı ve onu izleyen Cumhuriyet Modernleşmesi, tarihte eşi görülmeyen bir olaylar zinciri oluşturduğu için, kimse Atatürk’ün eserini yok edemeyecektir.

(Mustafa Kemal, Sakarya ve Dumlupınar Muharebelerini ve İstiklal Savaşı’nı kaybetseydi, ne halde olurduk, daha doğrusu “var olur muyduk” diye düşünün lütfen!)

***

YAŞASIN (kutlanması engellenen) 30 AĞUSTOS ZAFERİ...

YAŞASIN (yalanlarla saptırılmak istenen) İSTİKLAL SAVAŞI...

YAŞASIN (saçma sapan saldırılarla lekelenmek istenen) MUSTAFA KEMAL ATATÜRK...

YAŞASIN (yok edilmek istenen) DEMOKRATİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ!



EMRE KONGAR İsimli Yazarın Diğer Yazıları