CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (27 NİSAN 2021)

Okunma Sayısı: 13161    |    Haber Tarihi: 27.04.2021

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:




Türkiye tarihi günler yaşıyor. Her birimizin tek tek sorumluluğu var. Aklı baliğ olan her bir vatandaşımızın tek tek sorumluluğu var. Bu ülkenin geleceği konusunda her birimizin sorumluluğu var. Sandığa gidip oy atarken de, siyasal iktidarı yargılarken de sorumluluğumuzun bilincinde olmak zorundayız. Bu güzel ülkede, bu cennet parçası ülkede her birimiz huzur içinde yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz. Görüş farklılıklarımız olabilir, kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir, yaşam tarzlarımız farklı olabilir ama bu ülkede beraber yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz. Bu ülkenin üzerine düşecek hiçbir gölgeyi kabul etmiyoruz, hiçbir gölgeyi! Emperyal güçlerin bakışını, gölge düşürmesini asla kabul etmiyoruz. Dolayısıyla vatandaşlara sorumluluk duygusunu hatırlatırken, bu ilkelerden yola çıkmak zorundayız. Her birimizin tek tek sorumluluğu var.

Şehitlerimiz var. Pençe-Şimşek Harekatı bölgesinde el yapımı bir patlayıcının patlaması sonucu Uzman Çavuşumuz Aygün Çakar hayatını kaybetti, şehit düştü, Allah'tan rahmet diliyoruz. Hakkari Yüksekova'da bölücü terör örgütüne yönelik operasyonda Mehmetçiğimiz Haluk Serhat Aldemir şehit düştü. Şehitlerimizi her zaman, her ortamda baş tacı yapmak hepimizin ortak görevidir.

Değerli arkadaşlarım; Ramazan ayındayız. İnançlarımızın yoğunlaştığı bir aydayız. Belediyelerimize şunu söyledik: Ramazan ayının ağırlığını dikkate alarak bulunduğunuz beldede hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesine özen gösteriniz ve mutlaka ama mutlaka müdahil olunuz. Kampanyalar başlatıldı, çalışmalar yapıldı ve gerçekten de Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin olduğu yerlerde huzuru egemen kılmak için elimizden gelen her şeyi belediye başkanları yaptılar. Geçen hafta Ramazan'ın ilk haftasındaki yardımları sıralamıştım. 20-26 Nisan tarihlerinde 847 bin 164 haneye belediye başkanlarımız ayni yardım yaptılar, 221 bin 478 haneye nakdi yardım yaptılar. Ramazan ayı başından itibaren ise 1 milyon 578 bin 116 haneye ayni yardım, 498 bin 697 haneye de nakdi yardımda bulundular. Dolayısıyla belediye başkanlarımız ellerinden gelen bütün çabaları gösteriyorlar.

Sayın Mansur Yavaş pandemi döneminde tam kapanmasıyla beraber özel bir çalışma yaptı ve 18 bin 500 esnafımıza 400 TL nakdi yardım desteği, 13 bin aileye Başkent Kartları dağıtarak 400 lira destek verdi. 113 bin aileye verilecek destek 45 milyon 200 bin lira. 100 bin 851 aileye de gıda kolisi olarak 47 milyon lira; toplam 232 bin 351 aileye 100 milyon liralık destek programı açıklandı. Bunların hepsini belediye başkanlarımız uyguluyorlar ama bu arada garip bir şey oldu, bizim cumhuriyet tarihimizde hiç görülmemiş bir şey oldu: İstanbul Büyükşehir Belediyesi... Evet söyledik, vatandaşın derdi varsa koşacaksınız, derdini çözeceksiniz. Ekmek pahalı alamıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de ucuz ekmeği var. Ekmek büfesi koyuyor. Nereye? Ümraniye'ye koyuyor, vatandaşlar daha ucuza ekmek alsınlar diye. Hiç görülmemiş bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. "Vay efendim burada ucuza ekmek satamazsın." Niçin? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı bunu yapıyor. Kim yapacak? Onun görevi zaten. Sen veremiyorsan, bırak bari o versin. Türkiye böyle bir tabloyla hiç karşılaşmamıştı. Emin olun hayretler içinde, hayretler içindeyim. Ucuz ekmek gidecek yahu, vatandaş ucuz ekmek alacak. Ya senin sevinmen lazım. Yer tahsis etmen lazım. "Gelin burada daha ucuza ekmek veriyorsanız, size her türlü imkanı sağlayacağım" demeniz lazım. Engel oluyorlar. Bir dilim ekmeğe savaş açtılar bunlar. Akıl alacak şey mi ya? Bir dilim ekmeğe savaş açıyorsunuz. Tam bir ibret tablosu ama bunları aşacağız.

3 hafta tam kapanmaya gidiyorlar. Doğru mudur? Doğrudur. Ama kapanma yapmak yeterli mi? Hayır. Dükkanı kapattı, gündelikçiler var, nasıl geçinecek bunlar? Şimdi; bir sosyal programı Erdoğan'ın açıklamasını bekliyoruz. Fakire fukaraya "dışarı çıkma, evinde otur" dedin. Güzel, haklısın, demen gerekir. İnsanların hayatı her şeyin üstündedir ama insanların beslenmeye ihtiyacı var, yaşamaya ihtiyacı var. Sosyal programı bekliyoruz ve yine bu süre içinde icra takiplerinin tamamının durdurulması lazım. Grup Başkanvekillerimiz bir kanun teklifi hazırladılar, süratli bir şekilde aşağıya indirmek istiyorlar. "Bunu efendim CHP verdiği için biz kabul etmiyoruz." Siz hazırlayın, getirin, biz destek vereceğiz. Amaç sorunu çözmek. Değerli arkadaşlarım, bunu yaparsa Erdoğan'a teşekkür edeceğiz. Geçen salı günü grup toplantısında: "Turizmcileri çağır, bunların derdi nedir? Bir dinle bakalım" dedim. Çok büyük sorunlar yaşıyorlar. Pek çok ülkeden de örnekler vermiştim. Kısa çalışma ödeneğini kestin, işsizlik patlayacak, çok ciddi bir risk oluşturur bu dedim. Erdoğan nihayet dediğimi yaptı, turizmcileri çağırdı, kısa çalışma ödeneğinin süresini uzattı. Doğruya, teşekkür etmek de benim görevimdir. Onu da özellikle AK Parti'ye oy veren kardeşlerimin duymasını isterim. Doğrunun her zaman yanında ve arkasındayız. Yanlış olduğu zaman da eleştiririz.

Karadenizlileri bilirsiniz, yiğit insanlardır. Hele Karadenizli kadın çok daha yiğittir vallahi. Sağlam durur, doğasına sahip çıkar, çevresine sahip çıkar, ağacına sahip çıkar, çiçeklerine, otlarına sahip çıkar, taşına toprağına sahip çıkar, evine sahip çıkar. Rize İkizdere İlçesinde Cevizlik Köyü bir eylem içinde. "Köyümüzün taşını vermeyiz" diyorlar, "toprağını vermeyiz" diyorlar, "ağacını vermeyiz" diyorlar. "Köyümüzü birilerine teslim etmeyiz, ranta teslim etmeyiz" diyorlar. Buradan o köylü kardeşlerimin tümüne kucak dolusu sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.

Değerli arkadaşlarım; 1915 Olayları konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Bu olay önce yabancı haber ajanslarında ve medyada yer aldı, "Biden bu yıl 24 Nisan'da konuşurken soykırımı kabul edecek" diye. Washington temsilcimizi aradım. Haberler böyle geliyor doğru mu? "Evet, bu haberlerin doğruluk payı çok yüksek" dedi. Onun üzerine 22 Nisan'da bir açıklama yaptım. Biden'ın yapacağı açıklamada soykırım sözcüğünü kullanmasının doğru olmadığını, Türkiye ile Amerika arasında onarılmaz hasarlara yol açabileceğini, bu işin siyasetçilerin değil, tarihçilerin görevi olması gerektiğini anlattım. Parti sözcümüz yaptığı konuşmalarda aynı şekilde bizim söylediklerimize vurgu yaptı ve dillendirdi. Biden açıklama yaptı ve "soykırım" sözcüğünü iki kez kullandı. Öncelikle şunu ifade edeyim: Bu Türkiye açısından çok büyük bir talihsizlik. Bugüne kadar pek çok iktidar geldi, gitti ama hiçbir Amerikan başkanı 1915 Olaylarını bir “soykırım” olarak tanımlamadı.

Değerli arkadaşlarım; 1915 Olayları’nın bizimle Ermeniler arasında ciddi travmalara yol açtığı bir gerçektir. Birinci Dünya Harbi'nden başlayarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma süreci, Birinci Dünya Harbi; bütün bunlara baktığınızda çok sayıda insanın yaşamını yitirdiğini görürsünüz. Siyasetçilere düşen görev, geçmişin acılarını bugün siyasi malzeme konusu yapmamalıdır. Siyasilere düşen görev, tarihin derinliklerinden ders çıkararak, geleceği barış ve kardeşlik üzerine inşa etmektir. Eğer bunu yaparsanız gerçek anlamda bir politikacı olursunuz.

1915 Olayları acı mıdır? Evet acıdır. İncelenmeli mi? Evet, gerekirse incelenmeli. Kimler yapmalı bu görevi? Politikacılar değil, tarihçiler yapmalı. Türkiye bu konuda her zaman hazır olduğunu ifade etti. "Arşivlerimizi açıyoruz, tarihçiler gelsin baksınlar" dedim ama Ermenistan da arşivlerini açsın. Böylece tarihçiler gerçek bilgilere ulaşsınlar diye. Değerli arkadaşlarım, kini ve öfkeyi siyasetin malzemesi yaptığınız takdirde, gelecek kuşaklara kini ve öfkeyi taşırsınız. Oysa siyasetçi, kini ve öfkeyi günlük sıcak politikaya malzeme etmemeli.

Değerli arkadaşlarım; 1915 Olaylarını tartışmayacağım, o tarihçilerin görevidir. Ama eğer 19 Mayıs 1985 tarihinde, -bir daha ifade edeyim- 19 Mayıs 1985 tarihinde New York Times ve Washington Post gazeteleri görülseydi ve o gazeteler Sayın Biden'ın önüne konsaydı, belki bu açıklama hiç olmayacaktı. Çünkü o tarihte çok sayıda tarihçi -ki Amerika'nın önemli tarihçileri de var, dünyanın da önemli tarihçileri var- 1915 Olaylarının bir soykırım olarak görülmeyeceğini, adlandırılmayacağın ilan ediyorlardı bütün dünyaya. Ama o zaman bir devlet vardı, bir başbakan vardı, dışişleri bürokrasisi vardı. El birliğiyle bütün dünyaya bunu anlatıyorlardı; evet burada acı olaylar var, evet tarihçiler incelesin ama bunu bugünün siyasetine malzeme etmek doğru değildir diye. Özellikle Azerbaycan'ın işgal edilen topraklarını geri yeniden kazanması, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi konusunda önemli adımlar atılması gerekirken, tam tersi bir tabloyla Türkiye karşı karşıya kaldı. Beceriksiz bir yönetimin Türkiye'yi getirdiği noktadır bu. Bir daha ifade edeyim: Beceriksiz bir yönetimin Türkiye'yi getirdiği noktadır bu değerli arkadaşlarım. Biden açıkladı. Erdoğan tam üç gün sustu ama Erdoğan'ın trolleri: "Ey Kılıçdaroğlu, ne diyeceksin?" diye ha bire sosyal medyayı kullanıyorlardı, bekliyorlardı. Erdoğan bir dünya lideri, Erdoğan bir aslan. Erdoğan çıkacak, bir kükreyecek ki, herkes duyacak bu kükremeyi. Erdoğan konuştu; bırakın aslanı, kedi gibi bir miyavlama sesi geldi.

Acı ama bir gerçek bu. Kendi ülkesinin çıkarlarını savunmaktan aciz olan bir kişiyle karşı karşıyayız. "Acaba biraz sert konuşursam başıma bir şeyler gelir mi?" Bakın değerli arkadaşlar, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Kendi çıkarlarını, kendi ülkesinin çıkarlarını savunmaktan aciz bir yönetimle karşı karşıyayız. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten bir yönetim, yani bir kişi, kendi ülkesinin çıkarlarını kararlıkla savunmadığı takdirde ,o devlet yönetilmiyor demektir. Bizle Amerika arasında elbette-inişli çıkışlı çok olaylar oldu. Kıbrıs Çıkarması oldu, Johnson'un mektubu oldu, ambargolar oldu, afyon ekimi yasağı oldu, "yasaklayacaksınız" diye talepler geldi. Ama bütün bunlar olurken dirençli ve kararlı bir yönetim vardı. "Kendi ülkemizde kararı biz veririz" diyorlardı. Bütün bu olaylar olurken bile hiçbir Amerikan başkanı kalkıp 1915 Olaylarını bir soykırım olarak tanımlamadı.

Peki, asıl sorulması gereken soruya gelelim: Türkiye'nin kuruluşundan bu yana 1915 Olaylarını Amerika'daki hiçbir başkan soykırım olarak tanımlamazken, neden şimdi tanımladı? Bu soru önemli. Asıl sorulması gereken soru bu. Biden'a kızmanın bir alemi yok. O, kendi iç politikasının gereğini yapıyor. Bizde çok güzel bir atasözü var: İğneyi önce kendine batıracaksın, çuvaldızı başkasına batıracaksın. İğneyi batıralım kendimize. Peki arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dış politikası nedir? Kuruluşundan bu yana bir dış politikamız vardı: Yurtta barış, dünyada barış; ana eksen buydu. Bu eksen üzerine Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümetleri dış politikayı oluşturmuşlardı. Sadece bu mu? Hayır, eşitlik ilkesine bakıyorlardı küçük devlet, büyük devlet ayırımı yapmadan. Başka? Karşılıklı hak ve çıkarlara saygı esası üzerine vardı. Başka? Uyuşmazlıklarda diyalog yönteminin seçilmesi ilkesi vardı. Öyle "asarım, yok keserim, yok vururum, yok öldürürüm..." Yok öyle bir şey. Başka? Başka ülkelerin içişlerine karışmama ilkesi var. Bu ilkelerin tümü terkedildi değerli arkadaşlar. Bakın dış politikanın bir özelliği var. Dış politika, iç politikanın malzemesi asla yapılmamalıdır. İkisi çok farklıdır. Eğer dış politikayı iç politikanın malzemesi haline getirirseniz, gelir böyle duvara çarparsınız ve sesiniz çıkmaz. Aslanken, kedi konumuna düşmüş olursunuz ve bütün dünyada rezil olmuş olursunuz. Aynı zamanda dış politikanın milli olması gerekir. Dış politikada iktidar-muhalefet ayrımı yoktur. İktidarıyla, muhalefetiyle bir ülkenin çıkarları birlikte savunulur ve o nedenledir ki dış politikadaki bütün gelişmeler konusunda muhalefet partileri, özellikle ana muhalefet partisi belli aralıklarla bilgilendirilir. Bunlar yapıldı. Ne zaman terkedildi? Bunların zamanında terkedildi.

Başka? Özellikle Ortadoğu... Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vasiyetidir, "Arap dünyasının iç işlerine karışmayacaksınız." Ortadoğu politikasında ülkelerin iç işlerine karıştık, müdahale ettik içişlerine. Böylece Ortadoğu'da Arap dünyasındaki devletlerin iç dünyasına, içişlerine karışmama ilkesini terk ettik. Değerli arkadaşlarım, tipik bir örnek vereceğim: İran-Irak savaşı tam 8 yıl sürdü, 8 yıl. Ama Türkiye tarihten miras aldığı davranışı aynen korudu ve tarafsızlığını sağladı. "Ben tarafsızım ama bu savaşın bir an önce bitmesini isterim" dedi. Ne Irak, ne İran asla Türkiye'yi rahatsız edecek hiçbir söylemde bulunmadı. Neden? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlar tarihi çok iyi biliyorlardı. Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Eğer siz kendi ülkenizin tarihini bilmezseniz, günlük söylemler geliştirirseniz, "acaba şu cümleyi kurarsa çok büyük oy alırım" kaygısıyla hareket ederseniz, Türkiye'yi bu noktaya getirmiş olursunuz. Dış politikanın ayrı bir dili var değerli arkadaşlarım. Dış politika, sıradan bir politika değildir. O nedenle söylenir; dış politika konusunda konuşulacaksa, boğazın dokuz boğum olması lazım. Ağızlarından çıkacak her kelimeyi ölçmeleri ve tartmaları gerekiyor denir. Değerli arkadaşlarım, şimdi dış politikadaki bürokrasiyi tamamen devre dışı bıraktık.

Başka bir şey daha değerli arkadaşlarım: Dış politikayla, iç politika çok farklıdır. İç politikada kavga ederiz, farklı görüşlerimiz olabilir ama sonuçta kendi ülkemizdir, üç gün sonra oturur, konuşuruz, barışız, tokalaşırız. Ama dış politikada yaptığınız bir hata, toplumların belleğinde yerleşir ve kalır. En tipik örneği Cezayir'dir. Birleşmiş Milletlerde Cezayir'in bağımsızlığına biz ret oyu verdik. "Cezayir, Fransa'nındır" dedik. Aradan yıllar geçti, Cezayir bağımsızlığını kazandı. Özal Cezayir'e gittiğinde, Cezayir halkından özür diledi. Dış politika ulusların hafızasında kalıcı travmalar yaratsın diyorsanız, böyle politika yapacaksınız. Yaratmasın diyorsanız Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öngördüğü politikayı yapacaksınız. Bunlar dünyadan bir haberler değerli arkadaşlarım.

Erdoğan'ın şahsım hükümeti, yani diyor ki: "Ben Türkiye Cumhuriyeti devletini aile şirketi şeklinde yöneteceğim" diyor ve öyle yapıyor. "Şahsıma aittir" diyor. “Bu devlet, bu hükümet de şahsıma aittir" diyor. 83 milyonu yok sayıyor değerli arkadaşlar, 83 milyonu. Partileri yok sayıyor, kendi partisi de dahil olmak üzere; "şahsım hükümeti" diyor. "Şahsıma ait" diyor. Peki, bu nereye taşıdı bizi? Yurtta barış, dünyada barıştan çıkardı, ihvan endeksli bir dış politikayı Türkiye'ye getirdi. İhvan endeksli, yani Ortadoğu'da var olan bir siyasal partinin ideolojisini 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde dış politikanın ana unsuru haline getirdi. Yahu kardeşim, mazlumlara örnek olan ülke biziz, İslam dünyasına örnek olan ülke biziz, bağımsızlık savaşı veren biziz, Milli Kurtuluş Savaşı veren biziz; sen bütün bunları çöp sepetine atıyorsun, gidiyorsun ihvana, "senin dış politikanı aynen destekliyorum ve bizim dış politika da ihvan endeksli olacak" diyorsun. O ne demektir? Türkiye'nin itibar kaybı demektir.

Başka? Sadece bununla yetinmediler. Dışişleri Bakanlığı’nın o namuslu, çalışkan, yurtsever, vatansever bütün bürokratlarını aşağıladılar. Bunlar "monşer" dediler, "bunlar ne anlarlar bu işten". Öyle ya, onların hiçbirisi sucuk fabrikasında muhasebecilik yapmamıştır. Bu her şeyi biliyor, şahsın zaten devlet de ona ait. "O zaman ben her şeyi biliyorum" diyor. Bunlar hiç bir şey bilemezler ve Dışişleri Bakanlığı bürokrasisini tamamen devre dışı bıraktı.

Başka? Dış politikayla yakından uzaktan hiç ilgisi olmayan eski milletvekilleri, rüşvetçilerin tamamını getirdi, büyükelçi yaptı. Ya akıl lazım biraz akıl ya. Ya akıl lazım bir insana... Ya rüşvetçiden büyükelçi olur mu? Adam rüşvet almış, belli rüşvet aldığı. Defalarca söyledim ve bu kişiyi siz başka bir ülkeye gönderiyorsunuz, arabasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bayrağı var. Herkes bakıyor, "rüşvetçi birisi atandı buraya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu hale geldi" diye. Çifte vatandaşlığa sahip olanlar bile büyükelçi atandı. Bir dönem Türkiye'nin çıkarlarını korumak için karı-kocayı bile aynı yere vermezlerdi Dışişleri Bakanlığı'nda. Eski milletvekillerini getirdiler, büyükelçi yaptılar. Ya akıl alacak şey değil ya, akıl alacak şey değil... Öyle bir noktaya geldi ki, kim Dışişleri Bakanı Türkiye'de? Mevlüt Çavuşoğlu mu? Zurnanın son deliği. Efendim, İbrahim Kalın mı? Arada bir konuşuyor, sanki dışişleri sözcüsü. Hulusi Akar mı? Bazen şöyle, bazen böyle... Kim bunlar? Fahrettin Altun mu en yetkin kişi? Pergoleci Fahrettin... Bunların tamamı bakıyorsun, herkes konuşuyor; her kafadan bir ses. Konuşmayan? Dışişlerinin bürokrasisi, onlar konuşmuyor, konuşturmuyorlar onları. Türkiye'nin bu denli bir itibar kaybına uğramasının temelinde Türkiye'nin yönetilmemesi geliyor. Yönetilmiyor Türkiye. Akılla yönetilmiyor, önyargıyla yönetiliyor. "Ben kralım, ben tek başıma yönetirim Türkiye'yi. Ben her şeyi biliyorum." Böyle bir havaya girdiğiniz andan itibaren o ülke kaybeder ve nitekim Türkiye kaybediyor. "Şahsileştirildi" dedim. Ne diyordu Erdoğan? "İngiltere, Fransa, Almanya ve şahsım dörtlü bir zirve yaptık." Lafa bakın Allah aşkına. Egoya bakın, ego patlamasına bakın, şu kibre bakın, kibre: “Almanya, Fransa, İngiltere ve şahsım...” Türkiye değil, şahsı oturmuşlar efendim, dörtlü zirve yapmışlar. Bunlar dış politikayı bilir mi? Dış politikanın ne olduğunu bilirler mi? Tarihsel derinliğini bilirler mi acaba? Bir büyükelçi olmanın hangi süreçlerden geçtiğini acaba bunlar bilirler mi? Bol maaş alacaklar, altlarında arabası olacak, bayraktarı taşıyacaklar... Ne kadar üçkağıtçı adam varsa büyükelçi tayin edeceksin. Sonra diyeceksin ki: "Efendim Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük devlettir."

Bakın bu şahsım hükümetinin başımıza açtığı belalardan biri: Erdoğan'ın aleyhine orada New York'taydı galiba veya Washington'da bir sürü pankartlar asılmış. Dünyanın parasını ödediler. "Erdoğan'ı seviyorum." Türkiye'yi seviyorum yok, Erdoğan'ı... Neden? E şahsım devleti. 

Değerli arkadaşlarım, eksen kayması yaşadı Türkiye dış politikada. Yurtta barış, dünyada barış ekseninden ihvan eksenine kayan bir dış politika oldu ve bu eksen kayması Türkiye'nin başını belaya soktu. Bakın değerli arkadaşlarım: Neydi? Başka bir ülkenin iç işlerine karışmayacaktık. Ya her ülkenin iç işlerine karıştık. Kendi ülkesini değil, başka ülkeleri adam etmeye kalkıyor. Ya sen önce kendi ülkeni büyüt, kalkındır, işsizliği önle, saygınlık kazandırır; ondan sonra diğer ülkeler zaten seni örnek alırlar. Sen bunu yapmıyorsun. İhvan neyi ön görmüşse, aynı politikayı dışarıda uyguluyorsun. Değerli arkadaşlarım, Arap dünyasında içişlerine karıştı, karışmadığı hiçbir ülke kalmadı. Kadim dostumuz Mısır'la aramızı bozdu. Mısır'ın terörist ilan ettiği kişileri İstanbul'a getirdi, imkanlar sağladı, televizyon kurdurdu, radyo kurdurdu, "Mısır'ın aleyhine yayın yapın" diye. Yanlış yapıyorsun dedik, yanlış yapıyorsun... Sen Mısır'ın önemini bilmiyor musun? Bilmiyor, çünkü tarih bilmiyor. Mısır'ın kendi coğrafyasında ve Akdeniz'e ne kadar önemli olduğunu bilmiyor mu? Bilmiyor, çünkü tarih bilmiyor. Değerli arkadaşlarım, Mısır'ın terörist olarak kabul ettiklerini getirdi, Türkiye'de ağırladı. Peki bölücü terör örgütlerini bir başka ülke oturup ağırladığında, biz hep beraber itiraz etmiyor muyuz? Bu kadar beceriksiz, dünyadan bu kadar habersiz, tarihinden bu kadar habersiz ilk kez bir kişiyi görüyorum. El Ezher Üniversitesi, Mısır için çok değerli, tarihsel derinliği olan bir üniversite. Bu üniversitenin yöneticilerine söylemediği kötü laf kalmadı.

Suriye'deki iç çatışmalar... Ne işin vardı kardeşim senin orada? Bir gün önce dost dediğine, 180 derece dönüp ertesi gün düşman ilan ediyor. Ya sende devlet bilinci yok mu? Söylem bilinci yok mu? Sende ahlak yok mu? Daha dün kabul ettin dost, 180 derece dönüyorsun düşman. Neden? Emperyal güçler öyle istediler diye. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten kişi emperyal güçlerin oyuncağı olursa, bu noktaya geliriz işte.

600 bin kişi hayatını kaybetti Suriye'de, 600 bin kişi. 3 milyon 655 bin kişi Türkiye'ye iltica etti. 24 saatte Emevi Camii'nde namaz kalacaklardı, Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdılar. Bahçeli'ye de söyleyeyim, milliyetçi geçinen arkadaşımıza söyleyeyim: Kendi bayrağını indirip, kendi toprağından Süleyman Şah Türbesi'ni kaçıranlara ne zamandan beri milliyetçi deniyor. Benim bildiğim onlar vatan hainidir. Açık ve net söylüyorum, vatan hainidir.

İdlip’te 33 askerimiz şehit edildi. Hesabını soramadılar ya, hesabını sormadılar. Koşa koşa Moskova'ya gittiler. Dakikalarca beklediler kapıda, dakikalarca. Ya bu ülkenin itibarını ayaklar altına nasıl alıyorsunuz siz? Bu ülkenin saygınlığını ayaklar altına nasıl alıyorsunuz siz? Koltukları uğruna vazgeçmeyecekleri hiçbir değer yoktur bunların. Bir daha ifade edeyim: Koltukları uğruna, paraları uğruna vazgeçmeyeceklerini hiçbir değer yoktur bunların. Bunların bu ülkeye verecekleri toplu iğne ucu kadar fayda yoktur. 

Avrupa Birliği... Türkiye, çağdaş ülkenin, çağdaş dünyanın bir parçasıydı. Avrupa Birliği'ne tam üye olacağız, demokrasimiz gelişecek, özgürlükler gelişecek, yargı bağımsız olacak ve biz bütün mazlum milletlere örnek olacaktık. Müslüman bir ülke, demokrasi gelişmiş ülke, insan hakları, özgür medya; yasama, yargı, yürütme, güçler ayrılığı, süratle hızla büyüme, kalkınma... Bütün bunların hepsi olacaktı bizim ülkemizde. Şimdi totaliter bir ülke olarak tanımlanıyor Türkiye, demokrasisi askıya alınmış totaliter bir ülke olarak. Öyle bir noktaya geldik ki, yabancı bir devletin başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir numaralı koltuğunda oturan adama "aptal olma" diyor. Tık yok ya, tık yok ya.(Alkışlar). 

Buna en büyük desteği veren kim? En büyük desteği veren de sözde milliyetçi geçinen Bahçeli. Nasıl olur bu ya? Nasıl olur bu? İtiraz etmesi lazım. "Türkiye Cumhuriyeti Devletini aşağılayamazsın" demesi lazım. Bir de kalktı Trump bir daha seçilsin diye gidip, seçim kampanyasına destek verdiler. Akıl alacak şey değil değerli arkadaşlarım. Askerimizin başına çuval geçirdiler değil mi? "Nota verecek misiniz?" diyorlar. "Ne notası, müzik notası mı?" diyor ama Rıza Zarrab için iki sefer nota verdin. Rıza Zarrab ona göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinden daha önemli bir kişi. Neden? Bütün sırlarını biliyor, kime ne kadar rüşvet ödedi Reza Zarrab biliyor diye. En büyük korkusu ne? O. Rüşvet yemeyeceksin kardeşim, rüşvet almayacaksın kardeşim. Fakir fukaranın parasını, tüyü bitmemiş yetimin hakkını almayacaksın kardeşim. Alırsan böyle burnundan fitil fitil getirirler.

"Papazı serbest bırak" hemen bırakmadı mı? Hani bu can bu tende kaldıkça olmayacaktı. Ne oldu? Niye bıraktın? Hani bu memlekette yargı bağımsızdı? Hangi hale getirirler Türkiye'yi? O nedenle yandaşları bekliyor aslan gibi kükresin, bir baktılar kedi gibi miyavlıyor. Ne diyecekler şimdi? Ya kendini acımıyorsan, yandaşlarına bari acı, sana oy veren insanlara acı bari. Memleketi ne hale getirdiğini bir bak, gör. Değerli arkadaşlarım, öyle bir noktaya geldik ki, bunların iktidarı döneminde, yani şahsım hükümeti döneminde Lozan'a göre silahtan arındırılması gereken Ege Adaları silahlandırılıyor. Adamlar geliyor, orduyu teftiş ediyorlar ve öyle bir noktaya geldik ki -bunu özellikle geçmişte AK Parti'ye oy veren kardeşlerime söylüyorum- Yunanistan Dışişleri Bakanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne geliyor, Dışişleri Bakanıyla beraber yaptığı basın toplantısında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okuyor ya. Düne kadar kimsenin yüreği yetmezdi. Benim ağrıma gidiyor ya, benim ağrıma gidiyor. O saygın, o güçlü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ne hale getirdiler? 

Değerli arkadaşlarım; Doğu Akdeniz, petrol yatakları var, karbon yatakları, doğalgaz yatakları var. Mısırla bozdular. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, herkesle arayı bozdular. İsrail... Herkesle kavga ettiler. Sonra ne oldu? Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nu kurdu 6 ülke: Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, İtalya ve Ürdün ve Amerika'da dilekçe verdi, "ben de gaz forumuna üye olmak istiyorum" diye. Dışlanan hangi ülkeler? İki ülke, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Niye oldu? Niye oldu? Değerli arkadaşlarım, Netenyahu'nun oğlu "Konstantinopolis" dediği için Erdoğan kükremişti bir ara, aynen okuyorum: "Bu millet var ya, bu can bu tende oldukça böyle bir şeye asla müsaade etmez. Tüm dünyanın gözbebeği olan İstanbul'a ‘Konstantinopolis’ ifadesini kullanan Netenyahu, oğlunun kulağını çek. Eğer bu noktada biraz daha ileri giderseniz terbiye metotlarımız vardır. Sizleri o tür de terbiye etmesini biliriz. Artık burası İstanbul'dur." Biden ne dedi? Bahçeli'ye soruyorum, Biden ne dedi? Sen ne diyorsun? Hadi Erdoğan konuşuyor, onu biliyoruz. Senin partinin önünde milliyetçi yazıyor, Milliyetçi Hareket Partisi… 

Değerli arkadaşlarım, bunlar devleti yönetemiyorlar. Açık ve net ifade edeyim değerli arkadaşlarım. Ben AK Parti'ye geçmişte oy veren kardeşlerimizle, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime seslenmek isterim. Bu söylediklerimin içinde "şu cümle yanlıştır” diyorsanız, çıkıp herkesten özür dileyeceğim. Bu söylediklerimin tamamı doğruysa, senin de sorumluluğum var kardeşim. Elini vicdanına koymak zorundasın. Bu ülke sadece benim değil, 84 milyonunun ülkesidir. Bu ülkeye sadece ben değil, hepimiz sahip çıkmak zorundayız. Bu ülke sıradan bir ülke değildir. Tarihsel derinliği olan bir ülkedir. Olağanüstü zengin kültürü olan bir ülkedir. Eğer birileri gelip seçildikten sonra, "ben Türkiye Cumhuriyeti Devletini istediğim gibi yönetirim, aile şirketi gibi yönetirim" diyorsa ona o zaman dur demek senin hakkındır. Dur dediğin zaman ülke büyüyecektir. Dur dediğin zaman ülke güçlenecektir. Dur dediğin zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti saygınlık kazanacaktır. Dur demezsen sorun var demektir.

Biz bir pankart astık bütün il ve ilçelere, "128 milyar dolar nerede?" diye. AK Parti'ye oy veren ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: "128 milyar dolar nerede?" sorusunun anlamı nedir biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Merkez Bankası’nda kendisine ait bir doları bile yok demektir, bir doları bile. Bir daha ifade edeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Merkez Bankası’nın kasasında kendisine ait, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait bir doları dahi yok demektir. Onun için soruyoruz, 128 milyar doları kime verdiniz? Eğer bir ülkenin kasasında kendisine ait bir dolar dahi yoksa bunu sadece ben görmüyorum, bütün dünya görüyor. Bir araştırmacı, bu konuları iyi araştıran bir arkadaşımız ne diyor? Türkiye bugün savaşa girse herkes biliyor ki kasasında bir doları bile yok. Herkes horozlanıyor. Herkes bağırıp çağırıyor. Herkes Türkiye'nin aleyhine konuşuyor ve Erdoğan sesini kesmiş ortalıkta geziyor. O da biliyor felaketin ne olduğunu. Biz "128 milyar dolar nerede?" derken Türkiye'nin itibarını savunuyoruz, Türkiye'nin geleceğini savunuyoruz, evlatlarımızı savunuyoruz. 128 milyar dolar kime peşkeş çekildi? Hâlâ açıklama yok, hâlâ açıklama yok. Merkez Bankası’nı devre dışı bırakacaksınız, bir protokolle parayı alacaksınız Hazine'ye; damat kime istediyse, istediği fiyattan ona satacak? Kime sattın arkadaş, kime sattın sen? Cevap yok ama cevabını alacağız değerli arkadaşlarım, cevabını alacağız. "Efendim, el değiştirdi." Defalarca söyledim, hırsız malı çaldığı zaman zaten el değiştiriyor. Biz niye el değiştirdi diye sormuyoruz, kime verdiniz, kime hangi kur üzerinden verdiniz? Malı kim götürdü? Ben bunu soruyorum. Arkadaşlarım bunu soruyor. Sade vatandaş bunu soruyor. Cevap yok. Niye cevap yok? Sizin babanızın parası mı o? O para 83 milyonun parası, 83 milyonu kefen parası yeri geldiğinde. Yok ettiniz o paraları, birilerine peşkeş çektiniz. O nedenle Yunanistan'ın Dışişleri Bakanı gelip Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Türkiye Cumhuriyeti'ni eleştiriyor, eleştirme gücünü buluyor. Biliyor ki kasalarında para yok. Rahmetli Atatürk ne diyordu? “Bir ülkenin siyasi ve ekonomik bağımsızlığı olmalı” diyordu. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” ne demektir? “Bayrağımın altında hiçbir egemen gücün gölgesi olmadan ben bu ülkede yaşayacağım.” Ama devam ediyor: “Eğer o siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla, büyümeyle perçinlemezseniz, siyasi bağımsızlığınızı kaybedersiniz” diyor. Türkiye'nin bugün ekonomik bağımsızlığı yoktur. 128 milyar doları yok ederek, birilerine vererek, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını tehlikeye attınız. Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen Erdoğan, yani 128 milyar dolar yer değiştirdi; kimisi kasada, kimisi şurada, burada, hepsi hikaye. Hâlâ cevabını almış değiliz. 4 milyar 163 milyon dolar; geçmişte de Merkez Bankası bunu satmış. Ne zaman? 2001’de satıyor bu parayı. 4 milyar 163 milyon doları satıyor. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu kuruldu. AK Parti ilk iktidar olmuştu, meşhur 3Y'lerinden birisi yolsuzlukla mücadeleydi, yolsuzlukların üzerine gideceklerdi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunacaklardı, böyle bir ifadesi vardı. Ben de o komisyonun Cumhuriyet Halk Partisi adına üyesiydim ve Erdoğan 2010 yılı bütçesi görüşülürken satılan 4 milyar dolarla ilgili diyor ki: "O gece en fazla alım yapan 9 bankanın satın aldığı döviz miktarı 4 milyar 163 milyon dolardır" diyor ve "bir gün sonra bu bankaların kârı kur arttığı için 1 katrilyon 635 trilyon liraya çıktı" diyor. "Bunun hesabını soracağım" diyor. Değerli arkadaşlar, "4 milyarın hesabını soracağım" diyor. 128 Milyar nereye gitti? Erdoğan o kadar ileri gidiyor ki, şu konuşmayı yapıyor Meclis'te: "Milliyetçiyim diyerek ortalıkta dolaşanlara sesleniyorum." Herhalde Bahçeli'ye söylüyor. "Milliyetçiydiniz de bu ülkenin böyle göz göre göre soyulmasına neden seyirci kaldınız?" diyor. "Neden sesinizi çıkarmadınız?" diyor. "Akşam karanlığında Merkez Bankası soyunurken, milli bankamız soyunurken, milletimin bütün imkanları soyulurken milliyetçiliğinizi o gün neden hatırlamadınız?" diyor. "Milliyetçiyim diye diye bu millete en ağır bedeli ne hakla, hangi vicdanla, hangi insafla ödettiniz" diyor. Aynısını şimdi biz soruyoruz. 4 milyarı değil, 128 milyarı soruyoruz. 

Değerli arkadaşlarım; vatandaşlarımız 128 milyarı soracaklar, sormalılar. Eğer tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmak 83 milyona düşüyorsa, her birimizin bu hakkı savunması lazım. Nereye gitti bu para, kime verdiniz bu parayı, hangi kur üzerinden verdiniz bu parayı ve Merkez Bankası'nın şu anda döviz rezervi eksi 60 milyar 400 milyon dolar, 16 Nisan 2021 tarihi itibariyle. Yani başkalarından borç aldığı, swapla aldığı 60 milyar para var ama bir kuruşu bile kendisine ait değil. Şuna benziyor: Evi satıyorsunuz. Sattığınız evde kirayla oturuyorsunuz. Sonra diyorsunuz ki, “değişen bir şey yok ben aynı evde oturuyorum.” İyi de ev senin değil kardeşim, ev senin değil. 128 milyar dolar el değiştirdi. Zaten el değiştirdi. Kime gitti bu para? Bunun cevabını hâlâ almış değiliz ama sandıkta alacağız. Sandıkta soracağız, birlikte soracağız. Getirin diyorum sandığı, korkudan getirmiyorlar.

Sadece bunu sormasınlar. Bunlar ne biçim milliyetçi ya? Uyduruktan milliyetçilerini de gördük. Kendi ülkesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, kendi vatandaşından dolarla borç alıyor. Nerede bu Türk Lirası? Şu dolar aşkına bakın. Bunu kime soruyorum? Bahçeli'ye soruyorum. Erdoğan'a sormuyorum zaten. O zaten dolar deyince bütün damarları oynuyor. Dolar olsun da ne olursa olsun. Koltuğumda oturayım, sağımda solumda dolar çuvalları olsun, bu işi götüreyim diyor. Bahçeli'ye soruyorum: kendi ülkesinde neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi vatandaşından dolarla borçlanır. Yahu Türk Lirası yok mu? Nerede kaldı bu Türk Lirası? Ve öyle bir noktaya geldik ki ekonomide değerli arkadaşlarım, dünyanın en yüksek faiziyle borçlanan ülkeyiz. Tam bir sömürü çarkı, tam bir sömürü çarkı.

83 milyonu Londra'daki bir avuç tefeciye mahkum ettiler. Sık sık veriyorum, AK Partili ve AK Parti'ye oy veren ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerim de dinlesinler: Bu Erdoğan şahsım hükümetinden sonra, 1 ayda 1 milyar 800 milyon dolar faiz ödüyoruz; bir ayda, her ay 1 milyar 800 milyon dolar dışarıya... Bir günde 57 milyon 800 bin dolar ödüyoruz. Bir saatte 2 milyon 400 bin dolar faiz ödüyoruz, tıkır tıkır ödüyoruz. 

Memleketi bu hale getirdiler ve öyle bir hale geldi ki değerli arkadaşlarım, Washington'a gene eski bir milletvekilini büyükelçi tayin ettiler. 3 ay geçmiş 3 ay, güven mektubunu hala sunmuş değil. Dışişleri Bakanlığı'nın yetim çocuğu gibi Washington'da geziyor. "Acaba Biden beni kabul eder de ben güven mektubunu verebilir miyim?" diye. Şu Türkiye'nin geldiği hale bakın. Şu Türkiye'nin geldiği hale bakın. Bunları aşacağız ve ben açık ve net söylüyorum: Recep Tayyip Erdoğan artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. Evet, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti için artık bir milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. Mısır'daki sağır sultan da artık bunu biliyor. Bunun ayrıntılarını da bir başka salı günü -bütün ayrıntılarını veririm hangi gerekçeyle milli güvenlik sorunu haline geldi diye. Biz umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz. Çok badireler atlattı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ama her badireyi sonunda başarıyla sonlandırdık. Yine başarıyla sonlandıracağız. Yine beraber sonlandıracağız. Yine dostlarımızla birlikte sonlandıracağız. Esnafımıza, çiftçimize, emeklimizle, taşeron işçimizle, herkesle birlikte sonlandıracağız. Bu ülkeyi yaşanabilir, cennet bir ülke haline getireceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum.


Bu Kategorideki Diğer Haberler

Cumhuriyet Halk Partisi 100 Yaşında
Haber Tarihi: 09.09.2023
CHP Parti Meclisi Açıklaması
Haber Tarihi: 06.06.2023