İnsan hakları savunucusu, hukukçu Mustafa Yılmaz’dan, 12 Eylül cuntası sürecine ilişkin iki anı dinledik.
İlki, dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un (daha sonra ANAP milletvekili ve Turgut Özal’ın genel başkan yardımcısı), sıkıyönetim mahkemesi yargıçları ile yaptığı bir toplantıya ilişkin:
Recep Ergun, komutanlıkta topladığı yargıçlara, dönemin işkenceleri ile ünlü Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde yapılandırılmış olan DAL (Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı) grubundan sorgulanarak gelen tutukluların kesinlikle tahliye edilmemesi gerektiğini söyler. Üstüne basa basa, bu isteğin cuntanın başı, beş orgeneralden oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nden geldiğini de vurgular.
İkinci anı, aynı DAL grubunda sorgulanırken pencereden düşüp ölen bir gencin dosyası ile ilgili:
Genci işkence sonrası pencereden attıkları gerekçesiyle yargılanan polisler hakkında sıkıyönetim mahkemesi beraat kararı verir. Karar sonrası, mahkeme başkanı olan sivil yargıcın yanına giden Mustafa Yılmaz, “Vicdanınız rahat mı?” diye sorar. Yargıcın yanıtı, “Değil” olur. Yılmaz, “O zaman bir ölüme neden oldukları çok belli polisler hakkında neden beraat kararı verdiniz?” diye sorunca yargıç şöyle yanıt verir:
“Mecburdum.”
Cunta dönemine ilişkin bu iki anı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bugün yaşadıklarımız için neden “cunta” dediğini somutlaştırarak özetlemektedir.
DİRENEN GENÇLİĞİN BAHARI
Ömrünü ülkemizde yaşanan haksızlıklara karşı mücadele ile geçirmiş bilge insanlarımızdan Halit Çelenk’in adına konmuş hukuk ödülü, bu yıl baskıcı ortama karşı büyük bir direnç gösteren, Cumhuriyet ve demokrasi için sürmekte olan halk hareketine ilk ivmeyi veren gençlere sunuldu.
Halit Çelenk’in kızı Serpil Çelenk Güvenç’in törende yaptığı ödül gerekçesine ilişkin konuşma, baskıyı ve ona karşı gösterilen kararlı direnci birlikte gözler önüne seriyordu:
“Demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin anayasanın bir köşesinde uyumaya bırakıldığı yeni Türkiye’de cemaat-tarikatların çöreklendikleri Kuran kursları, yurtlar ve benzeri dinsel yapılanmalarda vaka-ı adiye dönüşen çocuk istismarı hatta çocuk ölümleri yaşanmakta, okullardan cami-medrese karışımı yapılar türetilmekte; laik, çağdaş, bilimsel eğitimin adının bile kalmadığı, inanılmaz sayılara ulaşan kadın cinayetlerinin iş cinayetleriyle rekabet etmeye başladığı, anayasa ve yasalardaki emeğe ve emekçiye ait tüm kazanılmış hakların yok sayıldığı, 12 Eylül’den bu yana kahkahalarla gülmekte olan sermayenin görülmedik ölçüde emeğin yarattığı değere çöktüğü İslamcılıkla sarmalanmış bir mafya kapitalizmi yaşanmaktadır.
Bu koşullarda bir halk direnişi arayışının toplumda yaygınlaştığı günümüzde, gençler; işçilerle, köylülerle, doktorlarla, aydınlarla, gazetecilerle, yazarlarla birlikte, en ön saflarda, yıldızlar gibi kentlerin alanlarına aktılar, karanlığı yırttılar, ülkemizi aydınlattılar. Yaşanan ‘limansız, amansız’ gibi görünen kışı bahara çevirdiler. Umudu ete kemiğe, dirence çevirdiler.”
SALDIRININ SORUMLUSU
Özgür Özel’e yönelen saldırının sorumlusu bellidir:
Kendisini “müesses nizam”ın sorumlusu sayan, CHP’nin yükselişinden çok büyük rahatsızlık duyan, geçmişte kimi koalisyonlarda olduğu gibi bugün de Saray’ı perde gerisinden yöneten aktör.