Dolu heybeler devasa yıkımın bilançosu

Okunma Sayısı: 3370    |    Yazı Tarihi: 25.07.2022


Bir bilinmeze doğru sürükleniyoruz. Siyasi analizlerimiz bu sisli puslu havayı dağıtacak rüzgârı yaratmaya yetmiyor. İktidar kliklerinin ne zaman, hangi hamleyi yapacağı hakkında bir fikrimiz yok. Bu da belirsizliğin ve çoğu zaman endişenin artmasına neden oluyor. Kâh “iç savaş” senaryolarını işitiyoruz kâh sınır ötesinde yeni maceralara girişileceğini… Tek bildiğimiz yalnızca iktidarın merkezinde değil çeperinde de büyük bir kavganın sürdüğü ve bu kavganın “yesinler birbirlerini” denerek geçiştirilemeyecek siyasal sonuçlar doğurmakta olduğu.

İktidar kliklerinin elindeki aparatların muhalifleri hedef alması uzun zamandır aşina olduğumuz bir yıldırma taktiğinin parçası. Fakat o kliklerin birbirlerine açıktan saldırmasına bizler de AKP’li zevatın çoğu da alışık değil. Bu nedenle Yeni Şafak’ın, Topbaş görevden el çektirildikten sonra İBB Başkanlığı’na getirilen Mevlut Uysal’ı ana sayfadan çok ağır bir dille suçlaması başlı başına ilginç bir hadiseydi. Uysal gibi AKP kadroları içinde sivrilmiş, Erdoğan’a yakın bir isim alenen yolsuzluk yapmakla itham edildi. Uysal da Albayrak grubuyla bir menfaat çatışmasının olmadığını hatırlatarak operasyonun kendisine yönelik olmadığını söyledi. İktidar kanadında suçlanan hemen herkes gibi hedefin Erdoğan olduğunu ima etti. Ne de olsa “Erdoğan kalkanı” bir dolu benzerini mahkeme koridorlarına gitmekten kurtardı. Yeni Şafak bu operasyonu neden yaptı, Uysal’ın bu suçlamalarla alakası nedir, söz konusu iddiaların arkası gelir mi gibi soruların net cevaplarını bilmemiz belki mümkün değil. Lakin bu olaydan çıkan somut bir sonuç var: Menfaat alanı o kadar daraldı ki birbirinin “kuyruğuna basmama” anlaşması çoktan rafa kalktı.

***

Kuyruğuna basılınca canı acıyanların can acıtmak için neler yapabileceğini kimse tahmin edemiyor. Yolsuzlukları ayyuka çıktığı için mecburen görevden alınanlar suskunluğunu koruyor, hâlâ “işlerinin tıkırında” olduğu gerçeği ise bir kenarda duruyor. O yüzden de görevde olup benzer işleri yapanları pek dert etmiyorlar. Kaybetme korkusu büyürse, her an başkalarını “dert etmeye” başlayabilirler. Özetin özeti iktidar ortaklarının heybesinde bir diğerine karşı kullanılmak üzere bekleyen çok sayıda “dosya” var. Bu dosyalar, yan yana geldiğinde Türkiye’nin yakın tarihindeki devasa yıkımın bilançosunu oluşturacak kadar kabarıklar. Fakat büyük ve örgütlü bir toplumsal talep olmadıkça, iktidar değişse dahi bütününü görmemiz mümkün olmayacak.

İktidar klikleri içindeki kavga “iç savaşı” andıran bir büyük kaosu tetikleyebilir mi sorusu da gündemden düşmüyor. Böyle bir sorunun bırakın gündemde kalması, sorulması bile başlı başına endişe verici. İktidar cenahında hangi güçlerin, kimlerin talimatıyla, ne zaman ve hangi araçlarla sahaya sürülebileceğini (ve de bunların kapasitesini) tam olarak bilen yok ama herkesin kendince tahmini var. Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın önüne gitmesi, 15 Temmuz’da dağıtılan ama her nasılsa sonra ortadan kaybolduğu ileri sürülen silahlar meselesi ve son olarak Cübbeli’nin Selefi güçlerin “iç karışıklığa” yol açabileceği iddiası olasılıklar silsilesinin yalnızca birer parçası. Her biri başka “adresleri” hatırlatıyor gibi ama ortak noktaları bunların tümünü başımıza musallat edenin mevcut iktidar olması.

***

Son olarak, Cübbeli’nin selefi çıkışı konuşuluyor. Zamanlamaya bakarak, bu açıklamalar İsmailağa içindeki mücadelenin bir parçası olarak düşünülebilirse de mesele göründüğünden çok daha karmaşık. İktidar, özellikle Suriye Savaşı’na müdahil olarak selefiler ile tarikatlar arasındaki büyük kavgayı mıknatıs misali Türkiye topraklarına çekti. Bu kavga yalnızca İslam’ı “yorumlama” kavgası değil, siyasi nüfuz elde etme mücadelesi. Tarikat ve cemaatler arasındaki alışıldık güç mücadelesine pek benzemiyor. Çünkü bir tarafta Çeçenistan’dan Suriye’ye birçok bölgede savaşan cihatçıların doğrudan merkezinde olduğu bir yapılanma var. Cübbeli gibiler bu cihatçı grupların bir gün kendilerini de hedef alabileceği ihtimalinden endişe duyuyor. Yoksa selefiliğe alan açılması ile devlet kurumlarının tarikatlar arasında paylaşılması arasında laik yurttaşlara yönelmiş tehdit açısından büyük bir fark yok.

Gördüğümüz gibi iktidarın eteklerinde gezinmiş olanlar, her ne kadar toplumun geneline dair endişeler dillendiriyor gibi davransalar da aslında kendi menfaatlerini gözetiyorlar. Bu çok “normal” diyebilirsiniz. “Anormal” olan laik-cumhuriyetçi kesim içinde bazılarının şeyhlerden, mafya liderlerinden, eski iktidar tetikçilerinden gelen “uyarıları” solun yıllardır dile getirdiği uyarılardan daha muteber görüp bunlara dört elle sarılması. Bu konuda çuvaldızı kendimize batırmamız elzem yoksa toplumsal endişenin yarattığı edilgenlikten, halkın kurtarıcı bekler pozisyondan, örgütsüzlükten şikâyet etmekle bu sorunların üstesinden gelemiyoruz.


GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN İsimli Yazarın Diğer Yazıları